7/27/2009

Gürol Ağırbaş

Bu güne dek özgün iki BAS ŞARKILARI albümünün yaratıcısı olan Ağırbaş' ın müzisyen olarak yetişmesi, yetiştirilmesinde en büyük pay başta müzik dünyamızın ünlü davulcusu babası Salim Ağırbaş ' a aittir. Bilindiği gibi Ağırbaş ailesi, hatta sülalesi müzisyenlerle doludur. Babasının yanında, dedesi İsmail Ağırbaş, eski caz ortamında saksofon çalarken, amcası Yüksel Ağırbaş da davul çalmaktadır. Abisi Birol Ağırbaş' sa, bilindiği gibi, müzik dünyamızın gözde perküsyoncularından biridir.

Sanatçı, böyle bir ailenin içinde büyüse de, lise mezuniyetine kadar müzikle hemen hiç bağı olmaz. Lise eğitimini Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi Döküm Bölümünde tamamlar. Yıl 1979' dur. Bu mesleği icra etmekten vazgeçince, devreye müzisyen baba girip onu yönlendirir. Salim Ağırbaş' a göre bas gitar çalanların sayısı çok azdır. Bu enstrümanı çalmaya ikna eder Gürol'u.

Ve bu süreçle birlikte sonsuza dek müziğin içinde yaşayacak yaratıcı bir müzisyen çıkar ortaya. İlk büyük birikimi, aldığı dual pikap ve plaklarla, dinleyerek biçimlenir. Öncelikle bir caz-rock tutkunudur Ağırbaş. Bas çalınca da, tabii ki Stanley Clarke! Çocukluğundaki mandolin çalışında oluşan nota bilgilerini hızla geliştirmeye yönelir. İlk kez, bir rastlantı sonucu edindiği bir İtalyan bas metoduyla başlar.

İlk profesyonelliğe İzzet Uğurlu Orkestrası' nda adım atar. 1980 başlarında Fındıkzade SarayDüğün Salonu' nda çalmaktadır grup. Gerçek anlamda bir profesyonel ortama gidişinde, yıllarca çaldığı İbrahim Şahin Orkestrası' nın payı çoktur. Çaldıkları yer, şimdilerde adı Dedikodulu Meyhane olan, eski Rujenuar' dır.

O dönem, Beyoğlu' nun çeşitli pavyonlarında da çalan bir alaylı müzisyen olsa da, müzik birikimini devamlı geliştirmek çabasındadır. Onun, aynı süreçteki, en önemli müzikal deneyimlerinden biri, bu dönem kurup, Reşat Kulüp' de çaldığı caz-rock orkestrasıdır. Müzik dağarcığının oluşup, pekişmesinde önemli bir duraktır bu uğraş.
Çünkü, bu grupta, Kerim Çaplı, Sinan Erkoç, Tarık Sezer, Cengiz Özdemir,Turhan Üğrük gibi önemli müzisyenler vardır. Beyoğlu' nun gözbebeği gruplardan biridirler bu dönem.

Gürol Ağırbaş adı, bu ortamlarda müziksever kesimlerce duyulmaya başlar. Ağırbaş' ın iki-üç ay süren bir konservatuar deneyimi de olur. Ama, öğrenimini sürdüremez. Bu noktada, 1984' te askere gidecektir.
Doğal olarak, ordunun Armoni Mızıkası' na gider. Askerlik dönemi, onun için apayrı bir deneyimdir. Ordu' nun moral ekibi olan Batı Müziği Orkestrası' yla Türkiye' nin dört bir yanını dolaşıp çalar. Bu süreçteki en önemli olay, müzik dünyamızın seçkin ismi Turhan Yükseler' le tanışmasıdır.
Sanatçı, askerlikten sonra Yükseler' in profesyonel grubunun bir üyesi olur. Çeşme, Kuşadası ve Eurovizyon gibi bir çok organizasyonda yer almaktadır. ' Boğaziçi ' adlı bestesiyle Eurovizyon şarkı yarışmasına girip finale kalır. Bu genç yeteneğin farkına varan Onno Tunç, Ağırbaş' ı Sezen Aksu için kurulan orkestraya alır. Bu serüven birkaç yıl süre. Artık pop ortamının paylaşılmaz bir yıldız basçısıdır.


Yıllar içinde, uzun süre, Kayahan, Nilüfer, Ajda Pekkan, Zülfü Livaneli, grup Gündoğarken gibi popüler isimlerle çalışır. Onun müzik serüveninde önemli değişim süreci 1989' lu yılların sonlarında belirir. Yavaştan, kendinin olan besteler üretmeye başlamıştır.Bu dönem, Seyyal Taner' e destek sürecinde verilen bir Gülhane konserinin gecesi, müzisyen arkadaşlarıyla gidip spontane çaldıkları Sultanahmet Kare Caz Bar, sonraki yıllar Ağırbaş' ın ana müzik yapma durağı olur. Burada henüz albüme dönüşmemiş besteleri çalmaya başlar. Vural Şerifoğlu, Aydın Karabulut, Ozan Doğulu, İskender Paydaş, Tahsin Endersoy gibi önemli yol arkadaşlarıyla yapmaktadır müziği. Yakın müzisyen arkadaşlarının desteğiyle bu besteler bir albüm tasarımına döner. O dönem müzik sektörü bu projeyle ilgilenmez. Uzun yıllar yapımcı arayan Ağırbaş' ın projeden vaz geçtiği bir dönemde yapımcı Osman Bayşu' yla tanışması sonucunda albüm, 1995 yılında 'Bas Şarkıları' adıyla yayınlanır.

Türkiye'de bir basçının çıkan ilk profesyonel solo albümüdür. Bas' ı merkez yapan ilginç bir sound çıkmıştır ortaya. Yani, kendine özgü, melodik cümleleri olan ' bas şarkıları ' dır bunlar. Kendine özgü bir stil oluşturmuş nadir müzisyenlerden biridir artık. Ağırbaş, bu arada profesyonel pop ortamından adım adım uzaklaşır.

1996-1997 sezonuyla birlikte yanlızca kendi grubuyla ve Ortaçgil Grubunda çalmayı seçer. 2000 yılında, Bas Şarkıları İki piyasaya çıkar. Gitgide rafineleşen bir sound' dur artık ortaya çıkan. İçinde gezindiği sayısız müzik türünden esinler taşıyan, ama tamamen kendine özgü bir sound. Albümde Cem Aksel, Birol Ağırbaş, Vural Şerifoğlu, Ozan Doğulu gibi eski yol arkadaşlarının yanında, Erkan Oğur, Ahmet Mısırlı, Akın Eldes, Kubat gibi isimler konuk olarak yer alır. 108 adlı bir besteninse sözleri Bülent Ortaçgil' indir.

2006 yılı içinde birlikte çaldığı sanatçıların arasına, eski Düş Sokağı Sakinleri grubu kurucularından olan ve artık solo olarak müzik hayatını sürdüren Murat Çelik'i de eklemiştir. Bu birliktelikte Murat Çelik'e Gürol Ağıbaş'ın yanında Akın Eldes te eşlik etmektedir. Caz içerikli bir müzik altyapısına sahip birliktelikte eski ve yeni Murat Çelik şarkıları yorumlanmaktadır.

7/20/2009

Başak Karaoğlu...

Yastığa bırakılmış bir “Başak”

Üniversiteye giden kızınız bir gün “Baba ben yürürken aksıyorum” derse ne düşünürsünüz?

Önce çok kötü şeyler gelmez aklınıza. Ortopedik bir sorundur veya kas ağrısıdır dersiniz. Sonra o aksama yürümeye engel olmaya başlarsa ama?

Finallerini verip ikinci sınıfa geçtiği yaz kapıyı açtığınızda o kapıdan bir daha yürüyerek çıkamayacağını bilseniz ne yaparsınız?

Belki de elinden tutup çocuğunuzun kilometrelerce koşarsınız...

Tekerlekli sandalyede yaşamaya başladığında kapının önüne koydurduğunuz rampayı da bir ay bile kullanamayacağını hisseden kızınız size “Anne inşallah ellerime ulaşmaz bu hastalık. Resim yaparım yattığım yerde” dediğinde peki?..

Ve bir sabah ellerinin de devre dışı kaldığını gördüğünüzde?..

Teslim olur musunuz yenilgiye?

Bütün vücudunu saran o hastalık yüzünden artık konuşamadığında, nefes alması ve beslenmesi için vücuduna açılan deliklerle makinelerle bağlı yaşamaya başladığında ve gözlerinizin içine bakarak ağladığında ne yaparsınız?

Tanrı’nın bu büyük sınavına isyan mı edersiniz yoksa daha da mı dövülür tavındaki yüreğiniz?

***

Perşembe akşamı Deşifre haber programı ekibinin benimle görüşmek için sete geldiğini söylediler. Programda Futbolcu Sedat’ın hastalığı olarak bilinen ALS ile ilgili bir haber hazırlanırken 21 yaşında Başak isimli bir başka hastanın hikâyesinin işlendiğini ve Başak’ın artık sadece gözleriyle harfleri işaret ederek iletişim kurabildiğini anlattılar. Bir isteği olup olmadığını sormuş, aldıkları yanıt üzerine sete gelmişler. Eğer vaktim varsa ona bir sürpriz yapıp dileğini yerine getirmeyi yani beni Başak’la buluşturmak istediklerini söylediler...

Yatağının başucuna gittiğimde gözlerimin ta içine bakan ve usul usul ağlayan bir güzel genç kızla karşılaştım.

O ağladı, ben ağladım...

Ben ağladım, o ağladı...

Ellerini öptüm, gözyaşlarını sildim ama nafile....

İçindeki o müthiş kasırgayı görüp de darmadağın olmamak mümkün değildi...

Her şeyi anlamak, delice konuşmak istemek ve bunu başaramamak...

Nedeni ve çaresi bilinmeyen bir hastalığın üç kişilik cehenneminde diri kalmaya çalışan bir melek tanıdım o gece.

***

ALS’nin bir hastalık mı, yoksa birkaç hastalığın toplamı mı olduğu hâlâ tartışılıyor muş. Belirtiler kişiden kişiye değişiyor. Kimi hastalarda çok hafif ataklarla seyrederken, Başak gibi, futbolcu Sedat Balkan, Suna Kıraç gibi hastalarda yürüyememe, konuşamama, hareket edememeye, görme kaybı ile felce yol açabiliyor. Öldürücü veya bulaşıcı değil. Dünyada yaklaşık 100 binden fazla ALS’li hasta yaşıyor. En ünlüleri, büyük bilim adamı Stephen Hawking. Neredeyse tam hareketsiz ve konuşma yeteneğini tümü ile yitirmiş olan bu dâhi, özel bilgisayarı aracılığı ile bilim üretmeyi ve yayınlamayı sürdürüyor. Hawking 40 yıldır bu hastalıkla yaşıyor ve tıp bunu gerçek bir mucize sayıyor. Suna Kıraç da geçen yıl çıkan ve çok satan “Ömrümden Uzun İdeallerim Var” isimli kitabını sadece gözleriyle harfleri seçerek yazmıştı...

***

Başak, annesi ve babası ile iyileşeceği günü bekliyor. Babası bir süre önce bu sütunda yayınlanan “Tanrı Mucizeyi Kulla Gönderiyor Dünyaya” başlıklı yazıyı kesip başuçlarına koymuş. Annesi kızının her gün bir parçası daha kaybolduğunda yaşadıkları büyük üzüntüyü anlatırken “en azından yüzündeki mimiklerden takip ediyordum, iki ay öncesine kadar bir küçük ses çıkarabiliyordu, artık hepsi bitti” diyor. Uykusuz üç yılın ardından “ya bize bir şey olursa” diye ağlıyor korkuyla. “Kötü şeyler düşünmeyin”den başka söyleyecek şey bulamıyorum. Başak’a da “Sen bir meleksin” diyorum. “Bak şimdi herkese anlatacağım. Herkes bedeninin ve sıradan bir günün güzelliğini düşünsün diyeceğim.”

Çıkmak üzereyken bir şey söylemek istediğini anlıyoruz Başak’ın. Oldukça uzun ve yorucu harf okuma çabalarımızın tam ortasında fark ediyorum ki Başak bana bir hediye vermek istiyor. Gözleriyle seçtiği harflerle “Parola: Her şeye rağmen hayat güzeldir” demeye çalışıyor...

Odadaki herkes ağlıyor...

Başak gözlerimin içine bakıyor...

Vatan Gazetesi - 01.09.2007

Başak Karaoğlu

7/17/2009

Frida Kahlo....


şarkı:La L Lorona
Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon

(6 Temmuz 1907- 13 Temmuz 1954) Meksikalı ünlü ressam. Ressam Diego Rivera’nın eşi. Resimlerinin yanı sıra inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleri ile tanınır. 1907’de Mexico City’nin güneyindeki Coyoacan’da, Macar Yahudisi fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ve Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales’in dört kızından üçüncüsü olarak dünyaya geldi. 6 Temmuz 1907 günü doğmuş olmasına rağmen, kendisi doğum tarihini, Meksika devriminin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 günü olarak ilan etmiş, yaşamının modern Meksika'nın doğuşuyla başlamış olmasını istemiştir. Altı yaşındayken geçirdiği çocuk felcinin sonucu olarak bir bacağı özürlü kalmış, kendisine ''Tahta Bacak Frida'' denmişti. Bu özrüyle başetmesini bilen Frida, gençkızlık çağında, dönemin en iyi eğitimini veren Ulusal Hazırlık Okulu’nda okudu. Bu okul, onu sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlara yönlendirdi. İlerde Meksika düşün yaşamının önemli isimleri olarak anılacak Alejandro Gomez Arias, Jose Gomez Robleda, Alfonso Villa okul arkadaşları oldu. Okulda, anarşist bir edebiyat grubuna dahil oldu; güçlü bir kişilik oluşturmaya başladı. 19 yaşında geçirdiği bir trafik kazası bütün hayatını değiştirdi. 17 Eylül 1925 okuldan eve dönerken bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu çok kişinin öldüğü kazada, trenin demir çubuklarından birisi Frida’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmıştı. Kazadan sonra tüm hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçecek; omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acıyla yaşayacak, 32 kez ameliyat edliecek ve 1954’te çocuk felci nedeniyle sakat olan sağ bacağı kangren yüzünden kesilecektir. Kazadan bir ay sonra hastaneden çıkan Kahlo, ailesinin teşviki ile sıkıntı ve acıdan kaçmak için resim yapmaya başladı. Yatağının tavanındaki aynaya bakarak oto-portreler yaptı. 1927 yılı sonunda yürümeye başlayan Kahlo, bu dönemde sanat ve politika çevreleri ile yakınlaşmaya başladı. Küba'lı önder Julio Antonio Mella ve fotoğraf sanatçısı Tina Modotti ile tanışıp yakın arkadaş oldu. Birlikte, dönemin sanatçılarının davetlerine, sosyalistlerin tartışmalarına katılmaya başladılar. Kahlo, 1929’da Meksika Komünist Partisi’ne üye oldu. Frida Kahlo (ortada) ve Diego Rivera, 1932, Carl Van Vechten tarafından çekilmiş. Resim çizmeye devam eden Kahlo aynı dönemde bir gün, Meksikalı Michalangelo olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera'yı görmeye ve resimlerini göstermeye gitti. İki sanatçı, 21 Ağustos 1929’da evlendiler. Kahlo 1930’da eşiyle beraber ABD’ye gitti ve 1933’te Rivera aldığı duvar resmi siparişlerini bitirinceye kadar orada yaşadılar. Frida ile Rivera’nın fırtınalı bir evlilik yaşamları oldu. Sağlık sorunları nedeniyle bir çocuğunu aldıran ve ardarda iki düşük yapan Frida, eşinin sadakatsizlikleri nedeniyle 1939 yılında ondan ayrıldı ama 1 sene sonra yeniden evlendiler ve Frida’nın çocukluğunu geçirdiği Mavi Ev’e yerleştiler. Frida’nın da evlilikleri sırasında çeşitli erkeklerle ilişkileri olmuştu. Bunlarda birisi de Rus devriminin önde gelen isimlerinden Lev Troçki iledir. Troçki, Rivera’nın Meksika Cumhurbaşkanından aldığı özel izin ile 1937’de Meksika’ya gelmiş ve Frida’nın evine yerleşmişti. Aralarındaki ilişkiyi Troçki’nin eşinin farketmesi üzerine Frida, Troçki’den ayrılmıştır. Troçki’ye düzenlenen suikastın ardından suikastçı ressam Siqueiros’un arkadaşı olması nedeniyle sorgulanan Frida, bir süre Meksika’dan ayrılmayı uygun bulumuş; o sırada San Fransisco’da bulunan eski eşi Rivera’nın yanına gitmiş ve çift orada yeniden evlenmişlerdi. Sık sık sağlığı bozulan Frida, dayanılmaz acılarla başa çıkmak için bütün gücüyle resim yapmış, yalnız ülkesinde değil, Amerika ve Fransa’da sergiler açmıştır. 1938’de New York’ta açtığı sergi ona büyük ün getirdi, 1939’daki Paris sergisi ile övgüler topladı 1943’de 'La Esmeralda' adlı yeni bir sanat okulunda öğretim üyeliğine başlayan Frida, sağlık durumu kötüleşmesine rağmen ders vermeyi sürdürdü; 1950’de omurgasındaki sorunlar nedeniyle hastaneye kaldırıldı ve 9 ay hastanede kaldı. 1953 yılı Nisan ayında Mexico City’de bir kişisel sergi açtı; Temmuz ayında sağ bacağı kesildi. Frida Kahlo, 13 Temmuz 1954’te, akciğer ambolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde; arkasında bıraktığı son tablosu; Yaşasın Yaşam isimli bir natürmorttu.

7/09/2009

Özdemir Asaf...



11 Haziran 1923'te Ankara'da doğdu.28 Ocak 1981'de İstanbul'da öldü. Asıl adı Halit Özdemir Arun'dur. İlk ve ortaöğreniminin bir bölümünü Galatasaray Lisesi'nde yaptı.1942 yılında Kabataş Erkek Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi'nde, önce Hukuk Fakültesi'ne, sonra İktisat Fakültesi ve Gazetecilik Enstitüsü'ne devam ettiyse de 1947'd e yüksek öğrenimini yarıdabıraktı. Bir süre sigorta prodüktörlüğü yaptı. 'Zaman' ve 'Tanin' gazetelerinde çevirmen olarak çalıştı. İlk yazısı 1939'da 'Servetifünun-Uyanış' dergisinde çıktı.1951'de Sanat Basımevi'ni kurarak matbaacılık yaşamına girdi. Kendi şiir kitaplarını bastı.1955'te Yuvarlak Masa Yayınları'nı kurdu.

İkilikler ve dörtlüklerden oluşan ilk şiirlerinde yoğun bir söyley
iş özelliği göze çarpar. İnsan toplum ilişkilerine yönelik temaları konu edinerek düşündürücü bir şiir evreni kurmuştur. Duygu ve düşünce yoğunluğuyla birlikte, alay ve taşlama şiirine egemen olan öğelerdir. İnsan ilişkilerinin toplumsal ve bireysel yanlarını sen ben ikileminde vermiştir. Çok kullandığı sevgi, ayrılık, ölüm temaları, son dönem şiirlerinde giderek yerini kaçış ve umutsuzluğun tedirginliğine bırakmıştır.

Şiirin bir görüşü yansıtması, bir iletisinin olması düşüncesinden yola çıkmıştır. Yuvarlağın Köşeleri kitabında şiirin ve yazarın işlevi konusundaki görüşlerini dile getirmiştir. Batı şiiri ve geleneksel Türk şiirinden yararlanarak verdiği bileşim sanatını zenginleştirip geliştirmiştir .


ESERLERİ


.Şiir kitapları: Dünya Kaçtı Gözüme (1955) , Sen Sen Sen (1956) , Bir Kapı Önünde (1957) , Yuvarlağın Köşeleri (1961) , Yumuşaklıklar Değil (1967) , Nasılsın (1970) , Çiçekleri Yemeyin (1975) , Yalnızlık Paylaşılmaz (1978) , Benden Sonra Mutluluk (1983)



Kendisini Unutmuş
Bütün aşkların kitabı elinde
Sevilmemiş yinlerin balosuna gitti.
Öylesine kalabalıktı ki,
Sevdiğini anlamadı.

Bütün kapıların anahtarı elinde
Öpülmemiş dudakların balosuna gitti.
Öyle aydınlıktı ki,
Öptüğünü anlamadı.

Isıklarla örtünmüştü çıplaklık,
Renklere uzandı susamış,
Beyazlıklar arasında kayboldu bakışları.
Gözleri yaşamayordu artık.

Şekilleri çağırmaya gitti, kandıracak.
Elleri aranıyor, tutamayordu.
Elleri, elleriydi kurtaracak,
Artık yaşamayordu.

Bir yanda gelen o dinmeyen aydınlık,
Aldıkça alan.
Bir yanda giden bir noktaydı karanlık,
Ellerinde başlayan, gözlerinde biten.

Bağırdı, kan gibi aktı sesi,
Aşamadi dışının duvarından.
Elinde bütün aşkların kitabı,
Anlatıyordu aldanan aydınlıklarından.

Elinde bütün kapıların anahtarı,
Ve unutulmuş bir duvarda, kendi kapısı..
Varamadı.
Ora öyle karanlıktı ki.
Öldüğünü anlamadı.

Özdemir Asaf