12/23/2008

farkında olmalı insan/Can Yücel


Farkında Olmalı İnsan...
Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen...
Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını
Fark Etmeli.
Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını
Fark Etmeli.
Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu
Fark Etmeli.
Henüz Bebekken 'Dünya Benim!' Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların 'Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
İşte!' Dercesine Apaçık Kaldığını
Fark Etmeli.
Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.
Baskın Yeteneğini
Fark Etmeli Sonra.
Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,
Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini
Fark Etmeli İnsan
Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.
Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte
Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini
Fark Etmeli.
Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu
Fark Etmeli.
Ve Ona Göre Yaşamalı.
Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü
Fark Etmeli.
Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde
Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını
Fark Etmeli.
Eşine 'Seni Çok Seviyorum!' Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü
Fark Etmeli.
Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka
Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
Fark Etmeli.
Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek
Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini
Fark Etmeli.
FARK ETMELİ.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.


CAN YÜCEL

12/11/2008

mavi mor

12/03/2008

Gel/Levent İşbilen

Bir cumartesi buraya gel,öğleden sonra akşama yakın
Hani geçmişe bugünün gözleriyle bakmak adına
Umutlar,amaçlar yüklenmeden gel
Güneş,kış odasına değen harlı bir soba olsun
Sırf ısınmak için belki,çık gel
Beni gör.
Kalabalıklar içinde yalnız
defterine eğilmiş
kargacık burgacık satırlar karalarken.
Ne sevinç,ne şaşkınlık,ne acı
Ne de pişman olsun avuçların
Beni gör.
Unutkanlığın kıyısına devrilen günlerimiz
sevinçlerimiz
Acılarımız.
Ummadığımız bir şey olsun birgün
Çık gel.
Yüzü kederlerle yıkansın günün....
Lev...

11/27/2008

gün

Sanırım,bir rüyanın içerisinde kaybolduk.Bu rüya ne o uzakta ki beyaz deniz feneri ile,ne de sıcak bir yaz akşamı,bahçemizde sana yaptığım,orta şekerli Türk kahvesiyle ilgili.Bu başka bir rüya..nefes nefese kaldığımız,kovaladıkça bizden kaçanlarla dolu bir rüya.
Düşündüğümüz o resmi boyayacağım bir gün...bu rüyadan uyanınca..
Karanlık bir günde karanlık düşüncelerim başımda yine...Kopuk ama bir o kadar da hızlı,yetişemiyorum..Benden hiçbir şey beklemeyin diyorum.Ben yokum ama geleceğim,güneşle beraber...Biliyorum bir kaç saat sonra bitecek bu karanlık.
Genç bir kızken geceleri severdim ben.Gece demek şiir demekti,resim,müzik demekti...günde onaltı saat çalıştığım,küçük bir sahil kasabasının,küçük bir pansiyonunda bile geceleri özlerdim.Gece demek huzur demekti,sessizlik herşeyden öte ben demekti...Ne değişti??
Geceleri sevmiyorum,gün ışığı olmalı ..
Bunu da böyle yaz..Bir yaşam geçti buralardan,bu bahçe ne çiçekler gördü..Görecek de...Belki başka baharlara.Biliyorum bu rüya,bizi yok eden bu kabus bitecek..Güneşe uyanacağız birlikte.

11/23/2008

Gözlerim Denizde/Fikret kızılok

Akşamın rengi suya dalıyor
Gözlerim denizde beni süzüyor
Gördüm, yalnızlığımı gördüm
Çok derinde bana bakıyor

İçimdeki sonsuz duygular
Su kesilmiş yüzümde ellerimde
Vay benim, vay benim alınyazım
Vay ıssızlığım, vay gözyaşlarım

11/10/2008

uzak

11/07/2008

11/05/2008

Küskün günler/lev..


_Benden bir düş çalmışsın, dedi.Suçlayıcıydı.Düşlerini anaç bir tavuk gibi sağına soluna toplamış,kayıp düşün hesabını soruyordu.
_Böyle yapma, dedim ona,böyle yapma insan ihanetlerin çocuğudur.Kadınlar ihanet etmeseydi,hiç etmeseydi aşk kalır mıydı dünya da,şiir yazılabilir miydi.?Bizler yavan ilişkilerin içinde gidip gelen pistonlar gibi kalmaz mıydık.

Bir öfkeyi büyütmüştü içinde,patlamalıydı.Oysa karşısında ki nasıl da inanıp konuşuyordu.Bir suskun sabrı oya gibi işleyip duruyordu..Bu en küçük alevi boğacak havasızlık onun güçlü savunuşu,direngen başkaldırısı...
_Peki o adamın bana benzerliğine ne diyeceksin.
_Hangi adam, demedim.Anlamıştım.Kuşku yersiz bir kuşku.Ah benim sevgili şairim de demedim.Nasıl böyle biriktin,nasıl bunaltmışlar seni,nasıl bozmuşlar işlerini.Bunların hiçbirini söylemedim.Ama söylemiş gibi susup yerlere baktım.
_O, ruhsuz bir adam.O evinden dışarı adım atmaz,şair değil,dönüp dönüp aynı sıkıntıyı yaşayan bir adam.Sevgisiz,yalnız,güçsüz...İntahar bile edemez.Kimsesiz değil ama aramazlar onu.Bir vebalı,bir veremli gibi kaçarlar.Adını bile anmazlar.Sen böyle bir adamla kendini nasıl bir tutarsın.

Gözleri hareketlendi,bir ışık çizgisi bu hareketi izleyip usturuplu bir köşeye kondu.Yerinde bir iki devindi,kaykıldı.O benim şair dostumdu.Yok edici bir gücü evciltme mücadelesi miydi dostluğumuz?

11/03/2008

Tahirle Zühre Meselesi/Nazım Hikmet

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

10/31/2008

Bir Eflatun Ölüm/Behçet Aysan

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım

git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.

10/30/2008

Başka Türlü Bir Şey/Can Yücel

başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..

bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun

bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince

nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..

10/29/2008

Cumhuriyet Bayramı


Cumhuriyetimizin 85.yılı kutlu olsun

10/26/2008

Blogspot'ı kapatmak ifade özgürlüğüne saldırıdır

sesimizi duyuralım arkadaşlar!

İmza Kampanyası
Lütfen blogspotyazarlari@gmail.com adresine blog adresinizle birlikte isminizi yazarak bir mail atın ve imza listesine blogunuzu ve isminizi ekleyin.
http://blogspotacilsin.wordpress.com dan kampanyayı izlemek mümkün

Burdayız..




Evet engellendik,ama burdayız.Bu yasaklamaya inat yazabildiğimiz sürece yazalım.Eskisi gibi yorumlar yapalım.Hiçbir şey olmamış gibi..Bu arada imza kampanyasına bir imza da siz atın.Birlik olalım...
Bloguma dokunma imza kampanyası:http://www.bloghareketgunu.com/index.php

10/15/2008

Bu Eller Miydi?/Fazıl Hüsnü Dağlarca

Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi.
Arzu dolu, yaşamak dolu,
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan.

Bilyaların aydınlık dünyacıkları
Bu eller miydi hayatı o dünyaların.
Altın bir oyun gibi eserdi
Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı.

Topraktan evler yapan bu eller miydi
Ki şimdi değmekte toprak olan evlere.
El işi vazifelerin önünde
Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi.

Kaybolmus o çizgilerden
Falcının saadet dedikleri.
O köylü çakısının kestiği yer
Söğüt dallarından düdük yaparken...

Bu eller miydi kesen mavi serçeyi
Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık.
Yorganın altına saklanarak
Bu eller miydi sevmeyen geceyi.

Ayrılmış sevgili oyuncaklardan
Kırmış küçücük şişelerini.
Ve her şeyden ve her şeyden sonra
Bu eller miydi Allaha açılan !

10/12/2008

Ben mi? Evet.../Ataol Behramoğlu

ben mi? evet...
bir gün çıkıp gideceğim kapıları, evleri, dergileri, hüzünleri bırakarak...
bir çiçek merhaba diyecek...
hoşgeldin diyecek dağ...
orman gülümseyecek...
anımsayışların, bekleyişlerin, ümitlerin ya da ümitsizliklerin
hırsların, yarışların, tasaların kalktığı yerde
tam anlatının, salt anlatının kaldığı yerde başlayacak şiir...
hiç kimseye seslenmeyen, kendi kendine yeten sadece...
kendi mantığı; kendi güzelliği içinde tutarlı...
ama halkın yaşantısı girecektir oraya, çünkü yaşayan büyük
bir şeydir halk...
deniz ve ufuk girecek, karınca yuvaları, gökyüzü, kozalaklar
ve kopuk ve artık hasetsiz bir aşk...
yani sevişmek denizle, koşulsuz, önyargısız, hesapsız...
yani uzanmak ve düşünmek binlerce yıl..
doğan, ölen ve yaşayan şeyleri...
doğumu, ölümü ve yaşamayı
yani dingin ve büyük olan herşeyi anlatmak...
ben mi?evet. çıkıp gideceğim bir gün...
tasasız, gözyaşsız, geride birşey bırakmadan ve birşey beklemeden
ilerde...
sadece yağmur sularından pırıl pırıl bir yürek
artık kendi kendinin anlamı ve nedeni olan bir yürekle...

10/11/2008

onlar


Şimdi ben yalnız akşamların sarhoşu
Hırçın denizlerin acemi tayfasıyım
Şimdi ben sokak kedilerini seviyorum
kara olanlarını
huysuzlaşanları
Sevdirmeyenleri
Sen sus artık
Dansın bitsin,
Islıkların dinsin
Sus sıkılışların,üzülüşlerin sahte
Sus hala sızlıyor o yara..

10/09/2008

biz olduk..

Sevgilim..Ah sevgilim..
sıradan bir sonbahar akşamında,
tam da burada senin yanıbaşında otururken,
seni özlemek..
seni özlemek bazen korkutur beni,
tam da buradayken yanıbaşında otururken..
seni özlemek,iliklerime kadar hissederken
ve biliyorken kalbinin en çıkmaz sokaklarında,bana rastladığını..
çaresizken,gözgöze gelemezken sen ve ben,konuşamazken
aynıyız sevgilim...
aynı yerdeyiz sevgilim,hep aynı olduk sen ve ben
sen beni,ben seni özlerken
belki de bilirken bir gün karşılaşacağımızı..
sadece gün saydık biz..
biz olmak hiç kolay olmadı belki,ama oldu..
ikimiz ördük bu duvarı,ağır ağır,sabırla,sevgiyle
sevgilim..
bu gün burda, serin bir sonbahar akşamında
senin yanında,seni düşünmek,seni özlemek ne güzel..

10/06/2008

?

orada yerinde misin ?
duruyor,duyuyor musun
?

10/02/2008

cevap

eskiden biz yalnız olduğumuzda,iyi şeyler hissetmek istediğimizde şiir okurduk.Şiirin dünyası çok geniştir.Hiç farkında olmadan,bir bakmışsın ki başka diyarlardasın.Bir bakmışsın ki başka,bambaşka duygulardasın.Kalbin yumuşamış,olaylara daha farklı bakıyorsun ve farkındasın yaşamın.Bütün duyguların bu yaşama dair olduğunu daha iyi kavramışsın.Daha fazla farkındasın kendinin...
Eskiden biz,üç kişi, beş kişi olduğumuzda birbirimize şiirler okuduk.Okudukça sevdik,okudukça bağlandık hayata.Dinlemeyi,konuşmayı öğrendik,paylaşmanın ne çok çoğalttığını öğrendik.Bir diğerini affetmeyi öğrendik.
Evet ilk aşık olduğumuzda şiir yazdık.yazdık ama;Daha çok şiir okudukça anladık ki o bizim yazdıklarımız sadece kağıda karalanmış duygularımızdı.
Şiir başka bir şey
Öğrendik ki biz her dörtlük şiir değildir
sessiz sayfa'yı tutmaya başladığımdan bu yana,yapmak istediğim buydu aslında.Güzel bir şiir okuduğumda,heyecanla koşup arkadaşıma okumak gibi bir şey.
biz bilgisayar çocukları değiliz..benim yaşıtlarım üstte anlattıklarımı iyi bilirler.Bir çoğu bunu yaşamışlardır.Soğuk,karanlık bir kış gününde evinde sobanın başında okuduğun şiirlerdir,seni alıp götüren bilinmezi keşfetmeye.
Ve nefes nefese,geç kalmamak için koşturduğumuz şiir dinletileri..İnanın bunlar çok önemli şeylerdi.
Bu gün,bu bilgisayarın başında çağa ayak uydurmaya çalışan orta yaşlı bir insanım.Okumaya çalışıyorum,Öğrenmeye çalışıyorum ve asıl önemlisi paylaşmaya çalışıyorum..
İşte şimdi söylemek istediğim şey;aldığım eleştirilere bir cevaptır.Sessiz sayfa'da ünlü veya ünsüz edebiyatımızda bir yere sahip insanların şiirlerini yazıyorum.yazıyorum derken kopyala yapıştır yapmıyorum arkadaşlar.Şiir okumak istediğim için ve paylaşmak istediğim için yazıyorum.Aynı şiiri belki sekseninci kez okuduğumda bile heyecan duyuyorsam,bu önemli bir şeydir.Sessiz sayfa'yı seven,takip eden insanlar var biliyorum,bu şiirler aynı heyecanı onlara taşıyabilmenin bir yolu benim için.
Peki ben hiç mi kendime ait bir şeyler yapmadım burda,yapmaya çalıştım.Bir iki kelamım var benimde sessiz sayfa'da.Benim derdimi en net anlatanlar benim resimlerimdir.
Bu gün televizyon'da Ahmet Selçuk İlkan ve Salih turan söyleşisi vardı.Benim için çok önemli bir şey söylediler."Bir şiir aslında resimdir,aynı zamanda bir resim de şiir"Başka söze gerek var mı?

9/29/2008

bir düşündüm de...

çok yorulduğumu hissettiğim zamanlarda ya Fikret Kızılok dinlerim ya da Cem karaca'nın bir kaç şarkısını.Bundan başka beni bu derece rahatlatacak,kendime getirecek şey resim yapmaktır.nefes alamadığımı düşünürüm,bir an önce elimde olanı bitirmem lazımdır,acele ederim ki resim bitsin bende nefes alayım.Öyle ki okul dönemlerimde bu hastalık gibiydi,sık sık alışverişe giderdim.alışveriş derken,resim malzemeleri..bütün gün fırçalar,boyalar havada uçuşurdu sanki.O hızla eve döner ayakkabılarımı bile çıkaramadan,kendimi tuvalin başında bulurdum.havanın karardığını resmin renklerini göremediğim için farkederdim...İşte bu günlerde,belki de bunca yıl yaşamışlıktan sonra,aynı heyecanı yakalamak için neler vermezdim.hatırlıyorum da okulda atölyeden çıktığımda koridorda insanların tuhaf bakışları arasında gülümseyerek yürürdüm,ayaklarım yere basmazdı..neden mi tuhaf bakarlardı;Çünkü ortalarından salak salak sırıtarak geçen kişi,boya küpüne düşmüş gibidir,gülerler..
Onlar güler,ben gülerim herkes mutludur.
bu hikaye de mutlu bitmelidir...
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur insan ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
İşte Attila ilhan'ın muhteşem "Ben sana mecburum" şiirinden bir kaç dize.Kim ne derse desin Cem Karaca'dan bu şarkıyı dinlemek gibisi yok.

9/26/2008

seninle olmanın en güzel yanı/Can Yücel

Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde
hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda
boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda
düşünmek birlikte ağlamak gülmek.
Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak.
Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana...
Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte.
Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek...
Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya
anlatmak...
Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz
duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek.

Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak.
Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde.
Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki.
Olsaydın avuçlarım terlemezdi...
Isırmazdım dilimin ucunu...
Özlemezdim seni yanımdayken...
Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten.
Islanmazdım yağmurlarda...
Yıldızlara aya dert yanmaz,
böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten
ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize...
Ve her kulaçta
haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...

9/20/2008

Gece Balıkçısı...

Terkeden/Murathan Mungan

Kimdi kimdi kalan
Giden mi suçludur herzaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman

Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden
Aynı kalmıyordu hiçbir şey
Değişiyordu herşey
kendiliğinden

Artık çözülmüştü ellerimiz
Artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden

Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de
bu yüzden gitmiştir zaten

9/14/2008

senin rengin ne?

Sessizlik gürültüdür aslında.Kimine göre imkansız,kimine göre içinden çıkılmaz,çıkılamaz derin bir kuyudur.Gördüğün sadece çok uzakta kalan,gün ışığıdır.Duyduğunsa sessizlik;Sessiz,belki de kendini en çok yargılayandır ya da yaralayan.Belki... En çok yalan söyleyen,en çok bekleyendir kimbilir.Ne söylenirse söylensin,en çok kendiyle konuşandır..
koşmak belki de en güzelidir.
Bu kentin rüzgarını seviyorum en çok,gün doğmadan çıktığım yollarını.Henüz fırından yeni çıkmış gevreğini seviyorum.İnsanların işlerine koşuşturmalarını seyrediyorum,bir telaş ki sorma gitsin...Hoşuma gidiyor.Tek başıma gülümsüyorum...
Ne yapmalıyım,beynimde bir resmin renklerini düşünüyorum önce.Bugün hangi renkteyim ki?

9/12/2008

Yağmur Arkası/Afşar Timuçin

Yağmurlar yağdı ve hiç dinmedi
Her biri saydam çiçeklenen saçında
Yağmurlar daha çok pencereler içindi
Öksüzdüm gözyaşıydım dudağında
Bir sancıydım boğuk akşamlar gibi
Büyüdükçe büyüdü isli ve yalnız olmak
Kirazını soldurdu ağaçların
Nasıl devrildi taşlar üstümüze
Çoğalan nasıl boydan boya kuşkular
Kar dizboyu ölümü sokakların
Ezgiler sabahlarda eriyecek
Gözlerin uykumda yeşerir durur
Kalsam çağlar boyu yokluğunun kapısında
Yaşamak bunca umuda yeniden varmak olur
Ölmek seni duymamak bir gün daha

8/31/2008

Ben Değildim/Özdemir Asaf

Bir aksam üstü pencerenden bakıyordun
Ağır ağır, yollara inen karanlığa.
Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.
Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..
O geçen ben değildim.
Bir gece, yatağında uyuyordun..
Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan,
Ve karanlıklar içindeydi odan...
Seni gören ben değildim.
Ben çok uzaktaydım o zaman,
Gözlerin kavuştu ağlamaya,
sebepsiz ağlamaya.
Artık beni düşünmeye başladığından
Bıraktın kendini aşk içinde yasamaya..
Bunu bilen ben değildim.
Bir kitap okuyordun dalgın..
İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın..
O ölen ben değildim..

8/29/2008

İlhan Berk


Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz. Bu yeryüzünü oldugu gibi görmeme engel olan ve bana bu yeryüzünü cehennem eden bu yazmak eyleminden kurtuldugum, mutlu oldugum bir tek sey var: resim yapmak.
İlhan Berk

İlhan Berk

Edebiyat dünyasının önemli bir ismi daha aramızdan ayrıldı. Ünlü şair İlhan Berk vefat etti.

Neca­ti­gi­l'i­n deyi­mi­yle "şi­i­ri­mi­zi­n uç beyi­" İlhan Berk, bir süredir tedavi gördüğü Bodrum Devlet Hastanesi'nde hayata gözlerini yumdu. Cenaze, 30 Ağustos Cumartesi günü Bodrum Adliye Camii'nde kılınacak öğle namazından sonra
kaldırılacak. İlhan Berk, eşi Edibe Hanım'ın yanına defnedilecek.

İlhan Berk, 1918'de Ma­ni­sa­'da­ do­ğdu. İlk şi­i­rleri­ Ma­ni­sa­ Ha­l­ke­vi­ dergi­si­, Uya­nış, Va­r­l­ık, Çığır­ gi­bi­ dergi­lerde çıktı. 1944 yılında­ Anka­ra­ Ga­zi­ Eği­ti­m Ensti­tüsü'nün Fra­nsızca­ Bö­lümü'nü bi­ti­rdi­. Desta­nsı yö­nünün a­ğır ba­stığı, a­deta­ bi­r Türk Wa­lt Whi­tma­n'ı o­la­ra­k a­dla­ndırıldığı dö­nemde İstanbul (1947), Gü­na­ydın Ye­r­yü­zü­ (1952), Tü­r­ki­ye­ Şa­r­kısı (1953) ve Kö­r­oğl­u'nu (1955) ya­yımla­dı.

1953 yılına­ ka­da­r çıka­rdığı ki­ta­p­la­rla­ gerçekçi­ bi­r şa­i­r gö­rüntüsü veri­yo­rdu. 1953'te Ye­ni­l­i­k dergi­si­nde ya­yımla­dığı "Sa­i­nt Anto­i­ne'ın Güverci­nleri­", i­leri­de İki­nci­ Yeni­ a­dını a­la­ca­k şi­i­r a­kımının ha­berci­si­ o­ldu. Bu ö­zelli­k da­ha­ so­nra­la­rı geli­şerek sürdü ve İlha­n Berk'i­n ö­zgün tutumu durumuna­ geldi­. Gi­derek İki­nci­ Yeni­ şi­i­ri­ni­n ö­ncüsü ve en güçlü sa­vunucusu o­la­ra­k a­nılma­ya­ ba­şla­dı. Şi­i­rleri­nde ci­nselli­k ve ta­ri­h a­na­ tema­la­r olarak beli­rdi­. Çeşi­tli­ nesneleri­, kent,
so­ka­k gi­bi­ o­lgula­rı a­yrıntılı bi­r "ki­mli­k ka­rtı" so­mutluğu ta­şıya­n bi­r bi­çi­mde şi­irleşti­rdi­. Son yıllarda açtığı resim sergileriyle de dikkatleri çekti. İlhan Berk'in tüm eserleri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanıyor.


Güneşi Yakanların Selamı

Bir zevk duyulmaz oldu, buranın rüzgârlarından
Hayat soldu bir günün enginlerinde yine.
Selâm! Sonsuzların yorgun gönüllerine
Selâm: Güneşi içeren çocukların diyarından!...

Bir ateş yakalım ki geçmesin hatta bir an
Ve sussun kurtlar, kuşlar bir gök gürültüsüyle;
Bir ateş yakalım ki, tutuşsun gökler bile
Ve Güneş içilsin o gün, kızıl çanaklardan!...

Varsın eskisin sesim kaybetsin ahengini
Geceler kıskanmasın aydınlığa süsünü.
Donatsın sonsuzluklar gibi gurubun rengini
Söylesin ve uzaklar baharın türküsünü...

Neler, neler beklenmez nihayetsiz bir yerden
Güneşi içelim mor şafaklar gecesinden.
Selâm! Sonsuzluklara, hasretli gönüllerden,
Selâm, güneşi, göğü yakanlar bahçesinde!...

güneşi yakanların selamı


Baş­lı­ca Yapı­t­ları­:

Şi­i­r: Bütün ya­p­ıtla­rı üç ci­ltte to­p­la­nmıştır Eşik (19471975): İsta­nbul­
(1947), Gü­na­ydın Ye­r­yü­zü­ (1952), Tü­r­ki­ye­ Şa­r­kısı (1953), Kö­r­oğl­u
(1995), Ga­l­i­l­e­ De­ni­zi­ (1958), Çi­vi­ Ya­zısı (1960), Otağ (1961),
Mısır­ka­l­yoni­ğne­ (1962), Âşıka­ne­ (1968): Şe­nl­i­kna­me­ (1972), Ta­şba­skısı
(1975); Aşk Tah­tı (19761982): Atlas (1976), Kül(1978) ve De­ni­z
Eski­si­/Şi­i­r­i­n Gi­zl­i­ Ta­r­i­hi­ (1982); Akşama Doğ­ru (19841996):
DeltaveÇocuk (1984), Gü­ze­l­ Ir­ma­k (1998), Dü­n Da­ğl­a­r­da­ Dol­a­ştım Evde­
Yoktum (1993), Avl­uya­ Dü­şe­n Göl­ge(1996). AyrıcaKuşl­a­r­ın Doğum Gü­nü­nde­
Ol­a­ca­ğım (2005), Ev (1997), Çok Ya­şa­sın Sa­yıl­a­r­ (1998), Şe­yl­e­r­ Ki­ta­bı
(2002) a­dlı ki­ta­p­la­rı va­rdır. Deneme / Günlük / Ot­o­bi­yo­g­rafi­: Uzun Bi­r­
Adam (1982, geni­şleti­lmi­ş ba­skı 2005), Şi­fa­l­ı Otl­a­r­ Ki­ta­bı (1982, 2004),
El­ Ya­zıl­a­r­ına­ Vur­uyor­ Gü­neş (1983, geni­şleti­lmi­ş ba­skı 1992), Şa­i­ri­n
To­p­ra­ğı (1992), İnfer­no (1994, geni­şleti­lmi­ş ba­skı 2004), Ka­na­tl­ı At
(1994), Logos (1996), Poe­ti­ka­ (1997), Kü­l­t Ki­ta­p (1998); Çevi­ri­ /
Ant­o­lo­ji­: Ba­şl­a­ngıcında­n Bugü­ne­ Be­yi­t Mısr­a­ Antol­oji­si­ (1960, 2.
ba­skı 2004), Fr­a­nsız Şi­i­r­i­ Antol­oji­si­ (2001), Seç­meKa­ntol­a­r­
-EzraPo­und: (1969), Se­ç­me­ Şi­i­r­l­e­r­ Arthur Ri­mba­ud (1962), Asıl­ı Er­os
(1996), Gü­l­de­ste­ Ba­şl­a­ngıç­ta­n Bugü­ne­ Tü­r­k Şi­i­r­i­ Antol­oji­si­
(2004); Yabancı­ di­llere çevri­lmi­ş­ yapı­t­ları­: Esta­mbul­ / İsta­nbul­,
Ma­dri­d, 1988; Hi­stoi­r­e­ Se­cr­ète­ de­ l­a­ Poési­e­ / Şi­i­r­i­n Gi­zl­i­
Ta­r­i­hi­, Pa­ri­s: Arfuyen 1991; Poe­ma­s / Şi­i­r­l­e­r­, Ma­dri­d, 1992; Ri­o
He­r­moso / Gü­ze­l­ Ir­ma­k, Ma­dri­d, 1995; Se­l­e­cte­d Poe­ms / Se­ç­me­
Şi­i­r­l­e­r­, Lo­ndra­, 2006, Ma­r­ de­ Ga­l­i­l­e­a­ / Ga­l­i­l­e­ De­ni­zi­,
2006, Ma­dri­d; Se­l­e­cte­d Poe­ms /Se­ç­me­ Şi­i­r­l­e­r­, Uni­ted Ki­ngdo­m,
2007.


8/25/2008

eylül.../Hakan Kirezci


Mahur gözlerin laneti eylülle mi başlarmış solosuna
her eylül ölümlerin soluğu mu yoksa bilmem
kırılan bakışların masaya düşen gölgesi şerrareler saçarak
hüzün gözlerini bu ateşlerden kaçırmaya çalışarak konuştu...
konuştu ki yerler aydınlandı gökyüzü karardı
konuştu ki ölü gözleri can verecek kelimeler arasından
bir tek canlı kelimeyi boşuna aradı...
eylüller ölümün saçları mı yoksa bilmem.
döke saça üzerimizden geçer gider blues mevsimi
ölen aşkların kesik kesik hırıltısı
kesik damarlarda buz tutmuş kan kırıntılarına son nefesini üfler
ve ölüp giden kaatilin anı defteri gibi kimbilir nice cinayeti gizler.
ve notaya gelmez bir takım sözlerin içimizde bıraktığı izler
bizi takar peşine yeni bir kışa götürür.
buzullardır artık tek ümidimiz
kendimiz soğutamazsak buzda saklarız ateşimizi
dualar ederiz eylüle çözmesin buzlarımızı diye
dualarımız tutar
diz çökeriz
öylece seyrederiz içinde ki soğuk ateşi
ve öylece soğur ateş içimizde
biz ise sadece umarız...

8/23/2008

sorular


Donup kaldım..!

Anımsadığım sadece kırık bir hikaye
yeni yeşermeye başladı benim bahçem,
bir kayısı,bir nar bir de limon,
hepsini tamamlaması içinde bir hanımeli..
çiçek açsın,güzel koksun diye..
işte o bahçede gördüğüm, geçmiş zaman

_Neydi ki bunlar?
_o hikayede ki ben miydim?

Hevesle eline aldığın bir kitabın ilk yirmi sayfasını zar zor okumak gibi..
Okuyamazsın,için kararır.kitaplığının en arka rafına atarsın,
görmezden gelirsin uzunca bir süre,
ama bilirsin ki o kitabı okuyacaksın,er ya da geç...
o sensin,çünkü senin yaşamın
bakamadığın,katlanamadığın,içinde olan.
Kendine bile söyleyemediklerindir o hikaye...

_nasıl böyle oldu ki...?
_neydi zamanında göremediğim..?

fidanlara su verme zamanı şimdi..
güneş çekilmişken ,tam da akşam sefalarının açma vaktidir.

yanlış çocuktun belki,belki aylak??
belki çok fazla çocuk!!!
düşünmedin,fazla soru sormadın...
hayatın anlamı mı?
bizim ona yüklediğimizden başka ne olabilir ki?

bu hortum bu bahçeye küçük,mısırlara ve domateslere yetişmiyor.
uzatmalı..

sanki üzerinden asırlar geçti...oysa,düşününce dün gibi

_Nedir bu çelişki?tam bir kısır döngü..
debelendikçe daha dibe battığın...
hayat mı?

8/20/2008

.../Hakan Kirezci



Çamurlu ayaklarımla o mahzun gözlere
daha fazla basmamam gerek zira...
Kapanırsa o gözler bir kerre
geri giderse pırıltının sıcaklığı
üşümek kaçınılmazdır artık.
Bu da böyle biline...
donmana bile izin verilmez ve dahi
ölüm sınırının bir adım berisinden asla geri gelinmez.
Kavganın gereksiz kan kaybından
yenilginin beyaz bayrağına bir karış.
Yenilginin tarihsel adıdır barış ki
mağluplardan galiplere zavallı bir yakarış..
Adı her ne olursa olsun yerimiz hala kırka kırk bir kıç
o bile yeter..
yetmeli artık.
Çok bile belki
kimbilir..
Ne sınırlarımızı bilebildik(haddimizi yani)
ne de bilebilmenin sınırını.
Gözalabildiğine yuvarlandık ki göze alamadığımızı görmedik.
Buna rağmen söze alamadığımız herşeyi söyledik arsızca..
Tükendi mi sanki söyledikte,tükenmedi.
Hala söylüyoruz-ordan belli-
Önce söz vardı..
Şimdi de söz var.
Artık bize gelecekte de sadece söz kaldı.
Sevgilerle umutlar birbirine tahvil oldu kaybettik.
Gibi ama kar ettik.
Ve karımızı artık sermaye etmeyeceğiz benimize..
Şöyle bir gerinip bakacağız kendimize
Ve yürüyüp gitmeyeceğiz kendimize geleceğiz..

8/06/2008

isimsiz

tam olarak bitmedi..üzerinde yapılacak birşeyler daha var..

Gündüz Yarasaları/Oruç ARUOBA


I.

Neyiz ki biz?

İlk ışınları görününce güneşin,
Kaparız tepenin gözkapaklarını
Çam değiliz ki, kollarımız açık
Ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
Gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
Açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
Parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
Tanımayız alacakaranlığı delen,
Tepelerin arasından seçen bakışı.
Kör olmuş ışıktan gözlerimiz.
Gündüz yarasalarıyız biz.

II.


Geceyi düşleriz gündüzken,
Geceyken de gündüzü,
Yitirebileceklerimiz yitiktir
Onlardan uzaktayken ama
Özleriz, döneriz yeniden
Yitirmeden
Yitirebileceklerimizi
Yitiremediklerimize.
Yitirebilirdik, deriz;
Ama yalnızca bir fiil çekimi bu
Tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.
Gündüz yarasalarıyız biz.

III.

Sağlamdır düşünce temellerimiz,
Ama altlarında kist vardır, sonra kum
Dururuz gerçi, sapasağlam, kalın
Taştan duvarlarımızla, dimdik
Ayakta; ama biraz su, bir sızıntı
Kaydırır temellerimizi hemen.
Duyarız yerçekimini hemen,
Titreriz. Sımsıkı, gergin
Bağlar vardır
Düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,
Ya temelsizse temeli
Bütün bu bağları
Bağlayan
Bağın?
Bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.
Gündüz yarasalarıyız biz.

8/05/2008

Aşk Herşeyi Dengeler/Afşar Timuçin

Adını andığımda bir deniz sessizliği
Kentin uzak yerlerine işlerdi
Martı çığlıkları ve vapur düdükleri
Bazen de çılgınlıklar arasında
Bilenler özlem derdi
Bilmeyenler elbette kınamıştır
Dört yanımda kemikten kahkahalar
Hep böyle yapmazlar mı

Adını andığımda bir yaban menekşesi
Sevinçlerle gözlerini çizerdi
Duvarlara camlara suyun yüzüne
Gör bendeki sevinci

Adını andığımda susup kalırdım
Bir deniz açılırdı önüme
İki yanı silme çiçek tarlası
Nerelere gitmezdim
İçimde ellerinle kurduğun
Aşkın en büyük krallığı

8/02/2008

Ben Sali/Salih Turan

Engin'e.
Uzağın bu yakasındaki eşime,
Şimdi sana bir sahil kasabasının deniz kenarındaki küçük meyhanesinden yazıyorum.
Bir boşluk,bir yalnızlık,bir ıssızlık var buralarda deli eder adamı.
Mevsim kış,yeni yılın ilk günü.
Derken ağır ağır doluyor dört masalı lokanta.İki bey geliyor masama.
Sessizce saygı ile selamlıyorum onları.
Sıkılıyorlar.
Ben bir başıma,onlar iki kişi yalnızlar.
Yanımdakiler zeytin ticareti,diğerleri daire satışlarını konuşuyorlar.
Bense insanı konuşuyorum.
Güzel!
Seviniyorum.
Çok isteyerek geldiğim bu meyhaneyi terk ediyorum.Dalmalarımı engelliyorlar.
Şimdi denizden yukarıda yolun çıkıntı yaptığı bir yerden seyrediyorum akşama hazırlanmakta olan denizi,dağı, gökyüzünü ve hepsindeki seni.
İki insan otuz kırk metre ileride dolmuş bekliyorlar.
Dayanamıyorum.
Oysa seni yaşamaları,sana yazmaları devam ettirmeyi ne kadar isterdim bilirsin.Anlatamam.
Hava soğuk,
iki kişi hala orada,
bakıyorlar bana,
Üşüyorum.
Anlıyor musun?
Uzaklardayım,
Kıyı kasabasının 4 masalı lokantasından,
Alacakaranlığa erişirken doğa,denize yukarıdan baktığım yoldan,
Arabama aldığım iki konuşkan dost işçiden,
Ve de sana yaklaşan yollardan.
Şimdi denizin ortasından sallanmakta olan bir teknenin içindekinin içinden yazıyorum.
Sağ yanımda koltuğun.
Boş.
Zor geliyor yaklaşmak sensizliğin ortak evine.Uzun sürsün diyorum yol.
Düşüyor içimdeki derine utanıp anlatamadıklarım,hasretin oluyor.
Zayıflıyor sıkıntı adına insan.
Güzelleşiyor.
Bu da amortisi.
Unutma,her uykudan önce ve sıkılmalarımda,rahatlamalarımın tek kahramanısın.

Ocak 1990

deniz mi?



7/30/2008

...



yine bir kedi..yeni bir kedi

...

7/24/2008

7/17/2008

isimsiz

Ankara/Yılmaz Erdoğan

Ankara
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar...
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
(biz bir şeyi delicesine severiz
ama tanrım neyi?)
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
(hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililîğî!)
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat'ın büyük elleri
ararat'ın kız yelleri
cilo'nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okun
mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları, ankara' ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
(belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana
ankara'da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra.
Kimse keman çalmaz belki
Belki bu fiim hiçbir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
Hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
Çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat Urfa'da hatta
Ama hiçbirinde
o kadar aç oturrnadım sofraya
ankara'ya
öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
öyle deme
Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan
ankara'da yaşamak
yollarına hep sevdiğimiz insanların
adlarını vermediler ama biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar...
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için deği!
çabuk bitmesin dîye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem neşet ertaş' ı hem bülent ersoy' u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen...
memurlar.......
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar...
biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi
dükkanının -ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitileyip
yanı sıra bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
-yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar....
ha sonra belki ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
-çünkü hiçkimse bir daha ankara' yı
O'nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir:
kar altındadır varoşlar
hasretim,nazlıdır ankara.....
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o,en netameli aydır bence.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman ankara'ya kar yağsa
elim gönlüm,çocukluğum buz tutar.

Umut Deplasmanına Otobüs:Beleş/Ömür Hıncal

...it gibi titriyordu. Gece gündüz hayalini kurup, gece düşüne yattığım bir sevdaya soyunmuştum yine; börtü böcek bile ezberlemişti artık türkümün adını. Kudurmuş köpek gibi saldırıyorduk gecenin bağrına bağrına. Amansız ve acıklı bir türkünün peşinden yıllardır koşturmak her normalin yapacagı zikir değildi aslında. iki renk uğruna hangi normal gider kendini harabeder, adına deplasman dedikleri fakat asıl anlamı yari görmece eylemi olan yolculuğa. Gün bugünmüş ya sabah erken uyanıp taktım hiç takmak ıstemediğim, kıyamadığım atkıyı boğazıma; düştüm yarin yollarına. Fırtınalarla geçmiş bir tarihin izlerini taşıyordu hala bağrında İstanbul; bir yanda Ayasofya, bir yanda Topkapı sarayı, bir yanımda ise dünyaların merkezi, iki tepe arası koyak; Beşiktaş. Semt tabirini ona yüklemek yıllardır yanlış olsa da semt kültürü hala çarşı içindeki esnafın muhabbetinde gizli aslında. Gemi gelmiş iskeleye, yanaşmış. insanların kimisi telaşlı, kimisi sarmaş dolaş, kimisi de bana imrenmekte; sol elimde sigara, sağ elimde çay şeklimi görüp de. İmrenilecek kadar da güzel içmem aslında çayı ve hatta şeker bile atmıyorum içine. Fısıltılar gelir kulağımıza mahallenin en güzel hatunu hakkında. Dedikodu dediğin de mahalle arasında yapılandan olsa da, camdan meraklı çocuklar gibi dinlesek, hani annem; ”Gir ulan içerı eşşek sıpası!” dese. Zemheri toprağa aha da yeni düşmüştü o gün fakat gönlüme kor düşürdü anlattıkları. Saçının güzelliği, sırma oluşu ve katran gibi siyah oluşu; teninin bembeyaz anasütü gibi kutsal, helal oluşu. Mahallenin en güzel kızı Akaretler’de oturmaktaymış. Duyduklarıma göre pek nazlı ve mahurmuş tesbitlerim üzerine. Hani görürsün de, fonda çalmaya başlar ya Sezen ufaktan ufaktan... Tıngır mıngır iner buz bardağa, sonra rakı örter üstünü üşümesin diye buz. İşte o film karesi canlandı onu görünce zihnimde. Kaldırın duvarları kavuşsun halklar birbirine dercesine hasret bırakıyordu kendine o köhne duvarların ardında mahallenin en güzel kızı. Alınan dedikodulara göre hafta sonları Dolmabahçe kenarındaki aşıklar parkına inermiş o mahur güzel. O güzellik, o beyaz tenin, helal tenin üstüne simsiyah zülüflerin taranırken ahengini görmeye onbinler geliyormuş Dolmabahçe sırtlarına. Nice şarkılar türküler, nice laflar patlamış uğruna. Her gelişinde alemin prensesi geliyor diye tempo tutarlarmış hep bir ağızdan. Hatun nazlı ya, çıkmaz hemen meydana. Eh durur mu aşıklar; başlarlarmış elleri üç kere şaklattıktan sonra adını anmaya ve hafıften narince süzülür gelirmiş aşıklar parkının ortasına. Nazikçe selamladıktan sonra aşıklarını yavaştan başlarmış dans etmeye. Aşıklarının söylediği türkülerine ritm uydurduğu nadir görünürmüş aslında. Kızar mı, bıkar mı, usanır mı aşık sevmekten? Her hafta yolunu gözlermiş; her hafta bıkmadan, usanmadan türküler.
Ben, dedim; şu el kadar yüreğime nasıl sığdırayım bu sevdayı diye kendimi satarken, çarşı içinde sevmeyi öğrendim seni. Balık kokan meyhanelerinde geçerken ömrüm, arnavut kaldırımlarına yansıdı siluetin ve dört bir yana yansıyordu güzelliğin. Sayende rokayı bile sever olmuştum artık. Umutların arasından umut tutmayı öğretmiştin bana; takıp ucuna oltamın küçük umutları. "Büyük balık küçük balığı yutar" hesabı, büyük umut küçük umudu yutacak mı diye umut edip sallardım her senebaşı umutlarımı umut denizime. Gün gelir çektiği tek umut genzimde boğulan olsam da, bırakmadı; ufak yaşta delilik edip düşmüşüm yoluna haberim yok. Hani yüreğinin götürdügü yer derler ya oraya gitmişim; çocuk başımayım daha. Yeni hatırladım hayat hakimi müebbed verince. Sonradan göndermişler celp kağıdını mahkemeden; tam da delikanlı çağımıza rastgeldi hani. Uğruna müebbed yemişiz güzelim sen hala gönül eğlendirmektesin. ”Oğlum Ömür” dedim kendi kendime; ”Yolu yok çekeceksin; isyanın sitemin faydası yok; kaderın böyle. Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi”. O gün bugündür usul usul yürüyoruz işte. O zamandan beri her ayrı kalışım senden deplasman, her yürek atışım adındır ve böceklerin söylediği o şarkı ise;
Bir umuttur yaşamak bil
seveceksin inadına!
yüreğin kan ağlasa da
güleceksin inadına!

Beşiktaş taraftarı asla umutsuz kalmaz...
Bu yüreğim beş para etmez içindeki sen olmasa. Ben ancak kanayarak özlüyorum seni; sense kanata kanata bıkmadın beni..


HALKIN TAKIMI DERGİ

Yerçekimli Karanfil/Edip Cansever

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
birleşiyoruz sessizce.