7/30/2008

...



yine bir kedi..yeni bir kedi

...

7/24/2008

7/17/2008

isimsiz

Ankara/Yılmaz Erdoğan

Ankara
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar...
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
(biz bir şeyi delicesine severiz
ama tanrım neyi?)
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
(hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililîğî!)
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat'ın büyük elleri
ararat'ın kız yelleri
cilo'nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okun
mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları, ankara' ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
(belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana
ankara'da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra.
Kimse keman çalmaz belki
Belki bu fiim hiçbir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
Hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
Çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat Urfa'da hatta
Ama hiçbirinde
o kadar aç oturrnadım sofraya
ankara'ya
öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
öyle deme
Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan
ankara'da yaşamak
yollarına hep sevdiğimiz insanların
adlarını vermediler ama biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar...
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için deği!
çabuk bitmesin dîye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem neşet ertaş' ı hem bülent ersoy' u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen...
memurlar.......
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar...
biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi
dükkanının -ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitileyip
yanı sıra bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
-yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar....
ha sonra belki ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
-çünkü hiçkimse bir daha ankara' yı
O'nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir:
kar altındadır varoşlar
hasretim,nazlıdır ankara.....
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o,en netameli aydır bence.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman ankara'ya kar yağsa
elim gönlüm,çocukluğum buz tutar.

Umut Deplasmanına Otobüs:Beleş/Ömür Hıncal

...it gibi titriyordu. Gece gündüz hayalini kurup, gece düşüne yattığım bir sevdaya soyunmuştum yine; börtü böcek bile ezberlemişti artık türkümün adını. Kudurmuş köpek gibi saldırıyorduk gecenin bağrına bağrına. Amansız ve acıklı bir türkünün peşinden yıllardır koşturmak her normalin yapacagı zikir değildi aslında. iki renk uğruna hangi normal gider kendini harabeder, adına deplasman dedikleri fakat asıl anlamı yari görmece eylemi olan yolculuğa. Gün bugünmüş ya sabah erken uyanıp taktım hiç takmak ıstemediğim, kıyamadığım atkıyı boğazıma; düştüm yarin yollarına. Fırtınalarla geçmiş bir tarihin izlerini taşıyordu hala bağrında İstanbul; bir yanda Ayasofya, bir yanda Topkapı sarayı, bir yanımda ise dünyaların merkezi, iki tepe arası koyak; Beşiktaş. Semt tabirini ona yüklemek yıllardır yanlış olsa da semt kültürü hala çarşı içindeki esnafın muhabbetinde gizli aslında. Gemi gelmiş iskeleye, yanaşmış. insanların kimisi telaşlı, kimisi sarmaş dolaş, kimisi de bana imrenmekte; sol elimde sigara, sağ elimde çay şeklimi görüp de. İmrenilecek kadar da güzel içmem aslında çayı ve hatta şeker bile atmıyorum içine. Fısıltılar gelir kulağımıza mahallenin en güzel hatunu hakkında. Dedikodu dediğin de mahalle arasında yapılandan olsa da, camdan meraklı çocuklar gibi dinlesek, hani annem; ”Gir ulan içerı eşşek sıpası!” dese. Zemheri toprağa aha da yeni düşmüştü o gün fakat gönlüme kor düşürdü anlattıkları. Saçının güzelliği, sırma oluşu ve katran gibi siyah oluşu; teninin bembeyaz anasütü gibi kutsal, helal oluşu. Mahallenin en güzel kızı Akaretler’de oturmaktaymış. Duyduklarıma göre pek nazlı ve mahurmuş tesbitlerim üzerine. Hani görürsün de, fonda çalmaya başlar ya Sezen ufaktan ufaktan... Tıngır mıngır iner buz bardağa, sonra rakı örter üstünü üşümesin diye buz. İşte o film karesi canlandı onu görünce zihnimde. Kaldırın duvarları kavuşsun halklar birbirine dercesine hasret bırakıyordu kendine o köhne duvarların ardında mahallenin en güzel kızı. Alınan dedikodulara göre hafta sonları Dolmabahçe kenarındaki aşıklar parkına inermiş o mahur güzel. O güzellik, o beyaz tenin, helal tenin üstüne simsiyah zülüflerin taranırken ahengini görmeye onbinler geliyormuş Dolmabahçe sırtlarına. Nice şarkılar türküler, nice laflar patlamış uğruna. Her gelişinde alemin prensesi geliyor diye tempo tutarlarmış hep bir ağızdan. Hatun nazlı ya, çıkmaz hemen meydana. Eh durur mu aşıklar; başlarlarmış elleri üç kere şaklattıktan sonra adını anmaya ve hafıften narince süzülür gelirmiş aşıklar parkının ortasına. Nazikçe selamladıktan sonra aşıklarını yavaştan başlarmış dans etmeye. Aşıklarının söylediği türkülerine ritm uydurduğu nadir görünürmüş aslında. Kızar mı, bıkar mı, usanır mı aşık sevmekten? Her hafta yolunu gözlermiş; her hafta bıkmadan, usanmadan türküler.
Ben, dedim; şu el kadar yüreğime nasıl sığdırayım bu sevdayı diye kendimi satarken, çarşı içinde sevmeyi öğrendim seni. Balık kokan meyhanelerinde geçerken ömrüm, arnavut kaldırımlarına yansıdı siluetin ve dört bir yana yansıyordu güzelliğin. Sayende rokayı bile sever olmuştum artık. Umutların arasından umut tutmayı öğretmiştin bana; takıp ucuna oltamın küçük umutları. "Büyük balık küçük balığı yutar" hesabı, büyük umut küçük umudu yutacak mı diye umut edip sallardım her senebaşı umutlarımı umut denizime. Gün gelir çektiği tek umut genzimde boğulan olsam da, bırakmadı; ufak yaşta delilik edip düşmüşüm yoluna haberim yok. Hani yüreğinin götürdügü yer derler ya oraya gitmişim; çocuk başımayım daha. Yeni hatırladım hayat hakimi müebbed verince. Sonradan göndermişler celp kağıdını mahkemeden; tam da delikanlı çağımıza rastgeldi hani. Uğruna müebbed yemişiz güzelim sen hala gönül eğlendirmektesin. ”Oğlum Ömür” dedim kendi kendime; ”Yolu yok çekeceksin; isyanın sitemin faydası yok; kaderın böyle. Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi”. O gün bugündür usul usul yürüyoruz işte. O zamandan beri her ayrı kalışım senden deplasman, her yürek atışım adındır ve böceklerin söylediği o şarkı ise;
Bir umuttur yaşamak bil
seveceksin inadına!
yüreğin kan ağlasa da
güleceksin inadına!

Beşiktaş taraftarı asla umutsuz kalmaz...
Bu yüreğim beş para etmez içindeki sen olmasa. Ben ancak kanayarak özlüyorum seni; sense kanata kanata bıkmadın beni..


HALKIN TAKIMI DERGİ

Yerçekimli Karanfil/Edip Cansever

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
birleşiyoruz sessizce.

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı/Victor Hugo

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?

Saçlar bağ,gözler silah,gülüş,kurşun olamaz mı?

ayağı kırık bir atı sever gibi sevdin sen beni/Cezmi Ersöz

Ayağı kırık bir atı sever gibi sevdin sen beni.Benzersiz ve ölüme çok yakın bir atı sever gibi....
Çevremdekiler de benim gibiydi.Ama onları daha çok sevdin,daha çok.Bir ayağı kırık atlar gibiydik, benzersiz ve ölüme çok yakındık..Belki de ancak böyle yaşıyorduk...
Bir işe yaramak için susuyor ve sessizce gökyüzünü seyrediyorduk.Susmak biz yoksullar için geri çekilmek ve kanayan çığlığımızın yaralarını sarmaktı.
Sen beni ayağı kırık bir atı sever gibi sevdin...Benzersiz ve ölüme çok yakın. Sonra ne oldu bilmiyorum.Geceleri bizim ne olacağımızı düşünmeye başladın.Böyle gitmezdi.Zaman aleyhimize işliyordu.Yaşımız geçiyordu.Herkes bir şeyler yapıyor, bir yerlere geliyordu.Susmak çığlıklarımızın yarasını sarmak, ayağı kırık bir atın saçını okşamak,ona yalanda olsa “SENİ SEVİYORUM AŞKIM” demek, daha ne kadar sürecekti...
Hatırlıyorum, neden diyordun,neden,neden beni hep hasta insanlar çeker, sende ne buldum,neden seninleyim?Neden seni bırakamıyorum...?Ne var sende ,bak hep batıyoruz...
Oysa biz batmıyorduk.Ben batmıyordum.Çığlığımın yaralarını sarıyordum bazen.Geri çekiliyordum ama gözüm dünyadaydı,o bir ayağı kırık attaydı.O atın sana olan samimiyetinde ve sevgisindeydi...
Batan sendin oysa.Evet batıyordun...Çünkü yaşım geçiyor diyordun,bir şeyler yapmalıyım diyordun...
Evet batıyordun,çünkü verdiğinden daha çoğunu alan bu hayata evet,demiştin. Karşına çıkan herkese evet demiştin.Bir tarafta o evet dediğin insanlar diğer tarafta ayağı kırık bir at vardı.Korkmuştun belki...
Evet korkmuştun ve gözlerini ayağı kırık bir attan kaçırmıştın bir kere..
Ölmemi beklemeden terkettin sonra beni...Doğru insanı bulmak için,senin için bu dünya olan beni terk ettin.
Doğru insanların yanına gittin sonra..Yada sen öyle sandın.Kendini onlara vermek ve onlardan üstün hissetmek için,onları yeterince tanımak istemedin.Yırtıcı yanlarını görmezden geldin.İyi niyetli,kibar,uzlaşmacı,yenilikçi,birazda uçuk kaçık insanlardı sana göre...Hayatın son derece iyi ve mutlu bir şekilde devam etmekteydi.en azından sen böyle düşünüyordun...
Ben mi,ben artık yoktum..Yine o bekar odamda seninle yaşadığım o güzel anları,seninle sigara içmelerimizi,konuşmalarımızı,tartışmalarımızı,beni kıskanmanı,cep telefonunun tel.rehberini karıştırmanı her şeyi ama her şeyi gözümün önüne getirdim.Ama nedense en çok beraber yıkadığımız bulaşıklar geldi aklıma...Giderken yıkadığın çay bardaklarını öpüyorum şimdi...
Sen yokken seni çok düşledim...
Kafandaki o yırtıcı şey!
Yaşadığın bu düş kırıklığı yeter sana, o an gördüm seni.Bunu sana hiç sormayacağım,ama yeter ki gel...
Çal artık kapımızı..yanlış insan diye terk ettiğin arkadaşın seni çooook özledi.
Çal artık...Yanlış sevgilin seni çoook özledi..
Yanlış sevgilin burjuvalarının tiksindiği kokunu çok özledi

Vurgun

aşkta böyle derinlere inmeseydim
sevenlerden başka türlü sevmeseydim
tapar gibi
yüzüne yüz sürmeseydim
geceleri yollarına düşmeseydim

vurgun yedim bu sevdadan vurgun yedim

haram edip uykuları bölmeseydim
ihaneti hoş görürdüm bilmeseydim
hain değil zalim değil vicdansızsın
taş yürekli olduğunu bilemedim


M.F.Ö'yü çok severek dinliyorum.Bu sözlerde onlara ait bir şarkının sözleri..

iki karanlık orman birbirii sevse ne olur/sevmese/Cezmi Ersöz

Anlaşmak diye birşey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş zamanlar
dolaşır
sokaklarda bir kıç,bir penis,bir çocuk-köpek gibi
dolaştığım zamanlar
varlığımı koruyabilmek için
masaların altında ellerimi, ayaklarımı
parçaladığım
zamanlar

Zamanlar haindir,zamanlar muhbir
İki karanlık orman birbiriyle anlaşsa ne olur,
anlaşmasa

Güvenmek diye birşey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş korkular
dolaşır
bense korkumu ölümümün altına sakladım
hep
korkumun kokusunu aldılar
kaçtım kovaladılar
İki karanlık orman birbirine güvense ne olur,
güvenmese

Sevmek diye birşey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş yalnızlıklar
dolaşır

uydurulmuş anılar,sahte öyküler,hiç
kullanmadığım
yerlerimi bıraktım onlar
yine de son kapıma dayandılar
kapının ardı karanlık deniz
denizde masum,tetikteki sızım,son inancım
gördüler onu

Artık şimdi o karanlık denizde
'binlerce hiçkimseyim'

İki karanlık orman birbirini sevse ne olur,
sevmese

Sene 695/Sheakspear

Düşünüyorum da, belli olmaz, gün gelir belki,
Kusurlarımı gördüğünde kaş çatmaya başlarsın;
Gönlün, düşünüp taşındıktan sonra, der ki,
İyisi mi artık şunun son hesabı kapansın;
Olur ya, bir gün tanımadan geçersin yanımdan,
O güneş misali gözlerinle selam bile vermezsin;
Aşkın, geçmişin kimliğini atmış olur sırtından,
Dilediğince gerekçe bulur takındığı surat için.
İşte o güne karşı alıştırıyorum kendimi şimdiden,
Haddim neyse onun bilincine sığınıyorum;
Gelebilecek yasal dayanaklara karşı senden,
Elimi kaldırıp savunma yapmaya hazırlanıyorum.
Zavallı beni terketmen için yasaların gücü arkanda,
Oysa beni sevmen için bir neden gelmiyor aklıma.
Hadi canım! Kendini bile düşünmeyen sende
Başkasının sevgisine hiç yer olabilir mi!
Sevenlerinin çok olduğunu kabul etmek gerek herhalde,
Oysa senin kimseyi sevmediğin işte besbelli.
Saplanmışsın nedense bana karşı ölümcül bir nefretle,
Kendini zavallı bana zalimlik yapmaktan çekinmiyorsun;
Her şeyden önce şu güzelim çatıyı kuracağın yerde,
Sen onu olamaz göstermek için elinden geleni yapıyorsun.
Fikrimi değiştireyim istiyorsan, değiştir niyetini!
Canım sevgiden daha mı iyi ağırlar insan nefreti,
Anlayışlı ve şefkatli ol, tıpkı göründüğün gibi;
Desinler ki, hiç değilse zavallıya karşı merhametli.
Bir başka sen daha yarat ne olur, bana acıyorsan,
Sık sık düşünürüm yalnız kalınca sen ve hayalin;
Gözlerim ressam rolünü aldı ve sanatın çizgilerle,
Güzelliğinin biçimini gönlümün levhasına çıkardı;
Bedenime gelince, o da bu resmin çerçevesi oldu işte;
Malum, resmin konumundan bilinir usta ressamın sanatı.
Seni olduğu gibi yansıtan resim nerde diyorsan,
Ressamın içine bakıp hünerini orada görmelisin;
Camlarının parlaklığını senin gözlerinden alan,
Göğsümdeki sergide asılı resme ulaşmalısın.
İşte bak, gözler gözler için neler yapıyor!
Gözlerim senin şeklini çizdi, seninkilerse,
Gönlüme açılan birer pencere; güneş de bayılıyor
Onlardan içeri bakmaya, sen varsın diye içerde.
Ama gözlerin sanatında yine de bir eksiklik var:
Gördüklerini çiziyorlar yalnız, yüreği tanımıyorlar.
Ancak o gün anlatabilirim övünçle, nasıl sevdiğimi;
Daha önce kaldıramam başımı, sınarsın diye belki beni.
Didinmekten bitkin düşmüş halde koşarım yatağıma,
Yol yorgunu bedenim artık biraz dinlensin diye;
Kafamda bir yolculuğun daha başladığı andır bu oysa;
Aklın işlemeğe başladığı andır, bedenin işi bittiğinde.
Üşüncelerim, senden uzakta kaldığım o yerden kalkar,
Bir an önce sana ulaşmak için hac yolculuğuna koyulur;
Ağırlaşmış olsa da göz kapaklarım, açıktır ardına kadar,
Körler gibi, derin karanlığa öyle bakar durur.
Ama, işte tam o zaman, ruhumun hayali gözler,
Düşüncelerimin ulaştığı görüntüyü getirir karşıma;
O görüntü ki, korkunç geceye asılı bir mücevher gibi,
Karanlık geceyi güzel, eski yüzünü yeni gösterir bana.
Gün boyu bedenim, her gece aklım, işte böyle,
Ne sana huzur verir bir türlü, ne kendime.
Nasıl mutlu olabilirim ki gece bu8raya döndüğümde,
Bir dakika bile dinlenme fırsatı bulamadıkça;
Gündüzün sıkıntısı gece hiç geçmedikçe,
Gece gündüzle, gündüz geceyle bunaldıkça.
Birbirini altetmeye çalışan bu iki düşman,
Bana işkence etmeye gelince el sıkışıp anlaşıyor;
Ben daha uzak düşerken senden, her geçen an,
Biri işe koşuyor, öteki işten şikayete zorluyor.
Hoşuna gitsin diye, “Ne nakadar parlaksın,” diyorum güne;
“Bulutlar göğü kararttığında, yardım edersin ona;”
Diyorum ki, esmer tenli geceye yaranmak için de,
“Sen aydınlatırsın akşamı, yıldızlar parlamadığında.”
Ama gün geçtikçe uzatıp duruyor çilemi,
Geceyse, her gece, bitirmek bilmiyor derdimi.
Ölümcül bir savaşa tutuşmuş gözümle gönlüm:
Ganimet almışlar ama paylaşamıyorlar seni.
Gönlüme göstermek istemiyor resmini gözüm;
Gönlümse gözüme, nasıl engellersin diyor beni.
Gönlüm tuttturmuş benim hakkım o, diyor,
O bölmeye ulaşamaz birer cam parçası gözler;
Ama hasmı karşı çıkıyor, kendini savunuyor:
Bende, diyor, o güzelim görünümün barındığı yer.
Kimin haklı olduğu artık çıksın diye ortaya,
Kalbimdeki düşüncelerden bir kurul toplanıyor;
Berrak gözün hakkı ve sevgili gönlün payı da
Sonunda artık onların kararıyla belirleniyor.
Buna göre, gözlerime dış görünüşün düşüyor,
Gönlündeki sevgi ise, gönlümün hakkı oluyor.
Anlaşmaya varıldı gözümle gönlüm arasında;
Artık ikisi de birbirine iyilik ediyor durmadan;
Eğer gözüm bir bakışın açlığını çekiyorsa,
Yada sevdalı gönlüm tıkanırsa hıçkırmaktan,
Aşkımın resmiyle gözlerim ziyafet çekiyor kendine,
Ve bu renklerden şölene gönlümü de çağırıyor.
Bir başka seferde gözüm konuk gidiyor gönlüme
Ve aşk düşüncelerini onunla paylaşıyor.
İşte böyle, sen ne kadar uzakta olsan da,
Her zaman benimlesin, ya aşkınla, ya resminle;
Düşüncelerimden öteye gidemezsin nasıl olsa
Ve ben hep onlarlayım, onlarsa hep seninle.
Onlar uykuya dalsa bile, haylimdeki resmin,
Yeter keyfinin gelmesine, hem gönlün hem gözlerin.
Seni sandığa kapatıp kilit vurmadım üstüne,
Çünkü sen, gönlümdek o yumuşak bölmedesin
Ordaymışın gibi geliyor bana olmasan bile
Her zaman dilediğince girip çıkabileceğin yerdesin.
Ama korkuyorum da, çalarlarsa seni diye orda görünce,
Namuslu kişiyi hırsız yapar ödülün böylesi bence.
Zaman geçiyor, diyen saatin vuruşları saydıkça,
Güzelim günün korkunç geceye gömülüşünü gördükçe,
Diri günleri geride kalmış menekşeye baktıkça,
Simsiyah bukleleri gümüş rengi aklar örttükçe;
Geçmişte, sıcak vurmasın diye sürülere kanat germiş,
Ulu ağaçlar şimdi öyle yapraktan yoksun durdukça;
Yazın yemyeşil ekini demet demet bağlanıp dizilmiş,
Ağarmış püskül sakallarıyla, arabalara kondukça;
Senin güzelliğin gelir ister istemez aklıma
Ve bilirim sonunda süpürüp götürecek zaman beni de;
Ne hoşluklar kalıyor, ne güzellikler çünkü yarına,
Ölüp gidiyor hepsi, ötekilerin büyüdüğünü göre göre,
Zaman gelip savurdu mu tırpanını, çare yok gideceğim;
Meğer ki sen arkadan yetişip karşıma dikilesin.
Benim gönlüm ölürse, kendininkini geri alırsın sanma,
Geri istemem demiştin çünkü onu verirken bana.
Hayalinle açık kalsın ağırlaşan göz kapaklarım,
Baksın dursun mu istiyorsun yorgun geceye?
Durmadan bölünsün mü yani sence uykularım,
Sana benzer gölgeler oynaşırken gözlerimin önünde?
Yoksa yanıma kendi yerine ruhunu mu gönderiyorsun,
Yuvasından böyle uzakta, ne yaptığımı gözlesin de.
Ayıplarımı yakalasın, nasıl aylaklık ettiğimi görsün,
Kıskançlığına yön versin, hedef göstersin diye.
Gözlerimi hep açık tutan, benim aşkım aslında;
Benim kendi şaşmaz aşkım yine, dirliğimi bozan,
Durup dinlenmeden bekçilik ettiren senin uğruna.
Senin nöbetindeyim ben, başka yerde sen uyanıkken;
Benden çok uzaklarda, başkalarına çok yakınken.
Ama ne kuşların şarkıları beni şenlendirdi,
Ne tad aldım renk renk çiçekleri koklamaktan
Ne içimden yaz masalları anlatmak geldi,
Ne bu defa şaşıp kaldım zambağın beyazına,
Ne övmeye dilim vardı güldeki acı kırmızıyı;
Senden örnek almışlar, çizgilerini taşıyorlardı
Ama vakit kıştı yine, ve sen yoktun diye,
Hayalinle oynar gibi oynadım onlarla işte.
Daha çok çiçek gördüm, ama bir tane bile yoktu ki,
Senden çalmamış olsun, tatlı kokusunu ya da rengini.
Nasıl söylersin, ey zalim, seni sevmediğimi;
Kendime karşı gelip senden yana çıkarken ben?
Seni düşünmüyor muyum hep, ey insafsız kişi,
Senin uğruna çoktan kendimi bile unutmuşken?
Dost dedğim olmuş mu, seni sevmeyen birine?
Yüz vermediğinin yüzüne gülmüş müyüm ben?
Canın sıkıldığında bana, acıyla inleyerek yine,
Öç almıyor muyum ki ben hemen kendimden?
Hangi erdemi erdem sayıyorum varlığımda,
Sana hizmeti hor görecek kadar kibirliyse?
En iyi yanlarım tapınmıyor mu senin kusuruna,
Hele gözlerin bir kere buyruğunu vermişse?
Yine de, sevdiğim, sürdür nefretini; artık biliyorum;
Görmeyi bilenleri seviyorsun sen; bense körüm.
Bir gün nefret edeceksen benden, şimdi et bari,
Hazır herkes karşı çıkarken her yaptığıma,
Kader üstüme üstüme gelirken, katıl ona haydi;
Olan olduktan sonra, bir de sen çıkma ortaya.
Ah yapma, gönlüm bu acıyı atlattıktan sonra,
Üzüntüyü yendim, derken arkadan çıkıp gelme;
Rüzgarlı gecenin sabahında yağmur olup yağma,
Yıkılmak kaderde varsa, bu işi hiç erteleme.
Beni bırakıp gideceksen, sen olma son ayrılan,
Öteki ufak dertler yapacağını yaptıktan sonra.
Geleceksen başta gel ki bileyim bende baştan,
Ne olurmuş kader var gücüyle vurduğunda insana.
Çünkü, şimdi acı gibi görünen tüm acılar, o zaman,
Seni kaybetmenin yanında, çıkacak acı olmaktan.
Tek bir korku var içimde yalnız: bunların hepsini
Alabilirsin sen bir hamlede ve mahvedebilirsin beni.

Çakıl Taşları/İlhan Tülman

bir kenarda dururdum ben
durup dururken bir hüzün
ince bir tuz izi gibi rahlede
ellerimde kıvranan bir Akdeniz gibi
küçük bir çakıl taşı gibi severdim seni
küçücük bir çakıl taşı gibi
paramparça rengarenk

ben rengarenk diyorum ya
sen hüzün de
denizi beslemekten yorulan gözlerim
ayetlerden kaçan şeytan

kanım kurudu, aynalar sırlarını verdi
bir deniz üstünde, ah bir deniz
yürüdüm yetmedi şarkılar

dün gece düşlerdi, sıcak bir kedi
sıcak bir dokunuş, ah med-cezir
ah ateşti dudakların
yağmur yağıyor muydu, yoksa o ses

bu ses, çingeneler gibi atakta duran bıçak
boynumda yağlanan kokun dolu eşarp
derin dehlizlerde sır, işte sır
sarılmak, ah sarılmak yalın ve korkak

küçük bir çakıl taşı gibi sevdim seni
aynalarda durdum
ah,ben ne kadar sen

Sali/1993 edirne tem yolu

Mevsim değişimi yıllarım:Beyaz bir örtünün yeryüzü şeklini aldığı,gecikmiş gece grileri ile mor-sarı birlikteliğinin bir yuvarlak ayışığı şahitliğinde bana sunduğu,uçsuz bucaksız gidişin,gözlerimde bittiği çizgide.Renklenen delirmelerimdir.
Nerede duyar,nerede yazar,nerede resimlerim beni ısıranları;
netleştiremediğim.Ne ki yalnızlıklarım çoğalıp beni boğduğu,duru fırtınalı,genelde dolunay ışığında,yüksekten denize bakan bir yolda.Veya geniş bir yoldan yukarıya dalan,karlı,gecikmiş bir gece karanlığında.Gözlerim yol şaşkını,ellerim yol eğimi dışındayken.

Ayrılık Ne Biliyormusun/Şükrü Erbaş

Ayrılık ne biliyor musun !!!

Ne araya yolların girmesi...
Ne kapanan kapılar...
Ne yıldız kayması gecede...
Ne ceplerde tren tarifesi...
Ne de turna katarı gökte...
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine...
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
Duvarlara dalıp dalıp gitmesi...
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık...
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin...
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun...
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya...
İki adımdan biri insanın

Sevincin kundakçısı, hüznün arması ayrılık.
O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan!!!



Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından

gidip ağzını yıkadığında başlamıştı...
Ben bulutları gösterirken,
�Bulmacanın beş harfli yemek sorusuna�

yanıt aramanla halkalanmış,
�Aşkın şarabının ağzını açtım,

yar yüzünden içti murt bende kaldı�
türküsü tenimde düğümlenirken,

odadan çıkışınla yolunu tutmuş...
Dağlarda öldürülen çocukların fotograflarını

bir kenara itip,
�Bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? �
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan...

Simdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını!
Bir yapragın düşmesi kadar ancak

acısı ve ağırlığı olduğunu...
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi

bir değer taşıdığını...
Boşluğa bir boşluk katmadığını...

Kar yağdırmadığını yaz ortasında...

Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için

Sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce!...
Şiir yazmayacağım bir süre!...
Fotoğraflarını günese koyacağım,

bir an önce sararsınlar diye!...
Hediyelik eşya satan dükkanların

önünden geçmeyeceğim!...
Senin için biriktirdigim yağmur suyunu

Bir gül ağacının dibine dökeceğim!...
Falcı kadınlara inanmayacağım artık!...
Trafik polislerine adres sormayacağım!...
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle

gülmeyeceğim kimseye....

Ne yapacagımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmisken...
Ömrüm azala azala önümden akarken...
Gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi

doldurup yüreğime...
Bıraktığın bosluğu yonta yonta

Binlerce heykelini yapacağım !!!

Başkaldırının sınırlandırıldığı bir dünyada(n)/Lev

Nereye gitsem birbirine benzer insanlar gördüm.Ben ayrıları arıyordum.Bulmadım değil.Ama ayrıların ayrılıkları kısa süreliydi öğrendim.Bir şeyi ya da bir insanı ayrı yapan nedir,öğrendim.Bakmasını bilirsen her insan ayrıdır dedim bir zaman.Tutmadı.Kimi insan bana inat benzerliklerini bezek yapmış,bir türlü ayıramadım.Acı,ağlama ve pişman yürek.Gizleyenleri de oldu,kandıranları da.Bilmeyenler de vardı,benzerlik ne, ayrılık ne.Daha iyi ya,bütün olmamız gerek zaten diye düşünenleri bile olabilir.
Kimi zaman bir taşın üstüne çömelip dünyayı izlediğimi,güldüğümü,bana hoş geldiğini anımsıyorum.Ama çoğun acılardı payıma düşen.Birisinin ekmeğe ulaşma mücadelesini izlemek hoştu ama sen de acıkıyordun.Senin payına da bir lokma düşer düşüncesinin yanılgı olduğunu çarçabuk anladın.Senin payına hiçbir halt düşmüyordu.Ekmeğe ulaşma mücadelesi komikti,kimi zaman şaklabanlıktı,kimi zaman Şener Şen'di ya da Müjde Ar.Bütün herkes senden de aynı komiklikleri bekledi,anlıyorum.Yaşarken hiç de komik gelmedi sana.Acılar,hüzün ordan mirasın.Ya yüreğine ne oldu,nasıl kaldı böyle dişlenmiş bir elma gibi.Kimileri karnını onunla mı doyurdu.Evet öyle olmuştur mutlaka.Sen seviştiğini sanmış olabilirsin.Elbet ölümü düşlediğin geceler vardır.Sen şair ruhlusun.Sabahsız uykuları özledim demişsindir mutlaka.
Sevgiline,uyanmamayı istediğin oldu mu hiç diye sormuşsundur.Elbet düşsel bir sevgiliye.Benim hiç sevgilim oldu mu diye sorduğunu,hatta günlüğüne yazdığını duyar gibiyim.
Ah senin şu yüreğin neler neler düşünür.Hepsini de ilk o düşünmüş sanır.Ben de bir ressamı sevmiştim.Karanlıkta kalmış aşkları çizdiğini düşünürdü durmadan,kimseye de göstermezdi bana da...Bilirmiydi,boşluktaki gölgelerden daha titrek..Ama olsun, sınırlı başkaldırı,düşsel,sözlere dökülmemiş düşüncelere...Anlam senin onların varlıklarını nasıl algıladığına bağlı(dır)...Gri ya da kırmızı..
Sen böyle yaşayıp sonra öleceksin büyük olasılık,ya sonra,adam haklıymış diyecekler mi?Ressam haklıydı kimselere bir şey göstermemekte,çünkü birşeyi de yoktu gösterecek.O varlıklarını algılıyordu yalnızca.Dese komik kaçacak,ekmek mücadelesi gibi değil..Çoğunluğun"ah bir felaket"dediği, yayvan vurgulu heceler...Zordu onun işi doğrusu..
lev 94

değil mi?/Lev

Şimdi ben,başını alıp giden mavi bulutun muyum?
O bile değil mi?

Tanık

Sonra istersen bırak beni/Tuğrul Keskin

aşk örttükçe üstümüzü
fail-i meçhuldür kanımız
ey şehrin tutulan ay'ı
karanlığın
nasıl benziyor karanlığına dünyanın

kör ve beyaz
şeytanın defterindeki lanet
bulaşıyor şehrimize
kimliksiz dolaşıyor cinnet
ona açılan pencereleri kapatın
sürgüleyin kapıları
ne ki
eflatun renkli kadınlar
kaldırımdan
geçiyorlar işte
simsiyah çarşafları

bırak beni
soluğumun rüzgardan atları koşuyor
tutayım
yağmurda ıslanıp zatülcemp olayım
bırak beni
şaşkın sevgililer
saçak altlarında üşüyor
yağmurun ihanetine bir anlam bulayım
bırak beni
temiz denizlere bulaşmış balıkçı
teknesine tutunayım

yoksa şehirlerim yanacak
içinde muş'un olduğu
toprağın altındaki solucan
üstündeki koza yanacak
ve bir enkaz bile kalmayacak
kül olan şiirlerden

bırak beni yar
yarın kıyısında kör bir kuşum
kartallara terk etti kavmim her şeyimi
ne bir anı
ne albümde fotograf bırakacağım
her şey bedenimin içinde
uçurumlar alacak bedenimi
yaşadıklarımdan uzaktayım tut,
Sonra istersen bırak beni.

Bilmez miyim hiç/Edip Cansever

Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona
Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
Kıyılar da bomboş, kır yolları da
Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum
Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca
Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
Yol kenarında bir kapı, tahta
Peki, kim yitirmiş evini, ya da
Hangi yitikle yok olmuş o yapı
Kimbilir
Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
Bir taşın üstüne oturuyorum
Ben oturur oturmaz
Çıkıyor kuytularından bütün görünümler
Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa
Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan
Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi
Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye
uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
Ve işin tuhafı bense
Alışıyorum gittikçe
Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma
Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
Ve bu yüzden mi bilmem
Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum
Sürüyle kus havalanıyor defnelerin içinden
Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden
Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri
Dağılıp gitmişler herbiri bir yana
Kuşlar gibi, onlar da
Benimse ne gidecegim bir yer
Ne de özlediğim bir şey var
Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona
Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa
Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük
Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana.

Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki
Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Yani tam böyle birşeye benziyor zaman
Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Çıkageliyor sonra, saat on iki.

Anlıyorum
Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
Yalnızca bunun için uzun
Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
Örneğin
Bir sevgiyi yontup onarmak için
Döğüşmek de sevgidir
Ve benim bildiğim kadarıyla
Her şeydir bir insan, her şeydir
Yalandır kısalığı yaşamın
Ve özellikle insan dediğimiz şey
İnançli bir insan soyunun parçasıysa.

Sonunda başbasa kalıyoruz gene
Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
On temmuz cumartesi
Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Ve yağmur hızlanıyor biraz
Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum
Şimdi yağmuru seviyorum,
Şimdi yağmuru seviyorum,yağmuru seviyorum.

kapkara/artrage

Sevmek/Sali

Sevmek;
Hayatı anlamanın temel taşı.
Yokoluş duygusunun acılı serüveni.
Yüklemek ilkel bir kayığa birikimlerinden arındırdıklarını,
seyretmek bir başına kıyıda.Acılı,yaratıcı yalnızlıklarda gideni.
Ağlamak gideni seyrettiğin deniz kadar gözlerinde.

Sevmek;ağulu çiçek.Taşıdığını anlatamamanın bedeli.
Koyu grilerde biribirine benzeyen her şey.
Yapay mutluluk sunar bir gece sabaha kadar.

Gün ışır, geride kaçtığın kalır.
Mutsuzsun.
Geriye döner bakarsın aradığını,çok zaman yoktur düşlediğin.
Şimdi tek başına acındasın.
Tüm özlemlerin yaşama dair olmadığını anlar,
kızıl bir ışıkta yok olup gitmek istersin.
Oysa ne ışık ne gitmek vardır.Kalırsın olduğunca.Sahte yaşamdasın.
Bir de korkuların gitmeyendir.

Dolu bir kadında doğan çocuk olacaksın umudu,yaşatır insanı
yeni bir gelecek kadar.

Sular belirsizlikte ve vadi beklemededir.Yokluğun kuruluğu dumansız
öykülerdedir.ıssız dağların bulut suları gözlerinden akandır.

Bu Yangın Yerinde/Ataol Behramoğlu

Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek

Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak

Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak

Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek

Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak

Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek

Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek

Kucaklıyor beni Metin Altıok
"Aldırma" diyor gülerek

"Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak"

21 Mayıs 1996/Ben Sali/Salih Turan

Bilmem kaç bin kez denizi yaşadım,çizdim,yazdım,renkler düştüm.
Ve bilmem kaç sayısız kez gecede denizin dolunaysızlığını gördüm.
Üzüldüm aysız bencil bir geceye.Kim anlar?Kim şahit oldu?
Bu delirerek tükenirken çoğalmalarıma.
Bilmem kaç insan,kaç kadın dinledi benimle gecenin en yoğun
senfonisini Beethoven'dan Wagner'e kadar?
İnan,herkes uykuda,bense tanrısal bekçideyim.
Hiç gemi gelmese,burada kalsam,esir kalsam yapacaklarıma,
esir kalsam unuttuğum yaratılarıma.
Hiç vapur gelmese de unuttuğum benleri yakalasam.
Hiç gemi gelmese de o gecelere dönmesem.Çok yüzlü insanlara.
Vapur gelecek ve ben gideceğim bu adadan.Gittiğim yeri ada

Yapsam,yine olurdu istediğim herşey

Yeşil şiir/Can Yücel

Baktıkça çoğalır yıldızlar gecede,
Parmaklarınla sayılmaz;
Kimi duyulur,kimi duyulmaz,
Dinledikçe çoğalır gecede,
Sesler gelir,
ya hızlıdan,ya yavaştan.

Her şey kendi dilince konuşur;
Karanlık örtse de üstünü
Gecede devam eder renk
Ağacın dalında,rüzgarda;
Her şey kendi rengince konuşur.

Gözlerini kapatır beklerdi;
Yaprağa benzer ellerini,avuçlarını uzatır,
Beklerdi işitinceye dek
Ağacın dalında,rüzgarda;
Yeşili duydu mu uyurdu
Rüyasında...

...

Duvar/Attila İlhan

bu şiir ikinci dünya savaşı
içinde kahredilen
bütün dünya
duvarları için yazılmıştır-
ben bir duvarım hiç güneş görmedim sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar yüzümüz benek benek tahta kurusundan ve sinemiz baştan başa ak üstünde karalar -kelepçeden kahroldu kahroldu bileklerim -sıyrılıp çıktım artık ölüm korkusundan -dilim dilim sırtımdaki yaralar ben demirbaşım sığır siniriyle dayak yedim biz de duvarız dinleyen duyan düşünen duvarlar bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar yüzündeki deniz parlaklığıyla durur hatıramızda o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda bir cumartesi akşamı girdi kapımızdan gözlerinde kıpkızıl diken diken öfkesi adeta birdenbire aydınlandı zindan onu böyle görünce nasıl da korkmuştuk sapından fırlamış bir balta gibi çehresi ve omuzlarında delikanlı çehresi o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda o sıtüstü yatağında yatardı sımsıcak gözleri şimdi bile aklımdadır bir sana bakardı bir bana bakardı dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır toprak ana bütün zincirlerinden çözülmüş sabahlar akşamüstleri manolya gibi parlak tarlaların yüzü gülmüş işte her akşam geçtiği denize çıkan sokak ah işte annesi annesi sevgilisi işte biz dinleyen duyan düşünen duvarlar işte o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk o birkaç defa kartal gibi gitti kartal gibi döndü çığlıklarını değil kırbaç sesini duyduk biz duvarız neyleyelim gözlerimiz ağlamayı bilmez onu bir gece sabaha karşı büsbütün götürdüler kendi gitti ismi kaldı yadigar bağrımızda o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil getirirler vururlar biz öyle dururuz yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil elimizden ne geldi de yapmadık ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık bir mayıs sabahı toprak rezil gök rezil yıldızlar küfür gibi yüzümüze tükürür gibi şafak sancılarıyla iki büklümdü ufuk ve simsiyah çamur gibi bir manga ortasında siyaset meydanına geldi dev yumruklu çocuk bulutlar eğilip alnının terini sildiler ve mermiler birdenbire ölümü getirdiler o düştü biz yine ayakta kaldık halbuki ne kadar ne kadar yorgunuz öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz

İlhan Tülman

Bıçak, bakılmaksızın balkır elde
Çün,hayat çürüyen yanların kesilmesidir
En acısı gözlerindir,bir martı kuşunun çığlığı
Yitirilen savaşların öyküsünü anlatırken
O uzun saçlı hayalet
Bıçak hayatlar kalır geriye
Bizim suçsuzluğumuzu kutsar anneler
Acayiptir her cinayet anında kendimi görüyor olmam
En acısı gözlerindir,dursam...

Düş Dönümü/Lev

Adam gelir,bir ağacın altında tümseğe ya da taş parçasına çöker.Sazlara dalar kalırdı saatler boyu.Ne zaman güneş alçalır,tan kızıllığı oluşur.adam yüzüne yeni anlamlar takınırdı.Sanki sazlardan biri olamadığına pişman gibidir.”
Symirna’dan kalkıp gelmiş bir filozof olmalıydı.Canlılığın başlangıcını arıyordu.Günü gelince “her şeyin kökeni su ‘dur” diyecek gibiydi.
Ben bu adamı hiç görmedim.Ama böyle olduğuna eminim.O bir düşü yaşardı.Düşün en güzel anı,sazlıkta gün batımı kızıllığıydı.Kuşlar o kızıllıkta nice aşk oyunlarının içinden geçer,sazlığa konar,havalanır.Neden,nasıl nereye kadar yaşadıklarını düşünmeden,düşünmeye heves bile etmeden yaşar giderlerdi.
Mevsimlerden elbet bahardı.Ben o adamı hiç görmedim.Belki hala oradadır.Belki diyeceği sözü çoktan demiş,çekip gitmiştir.
Sahi hangi zamandayız.?Akha’lar,troya’ya girdi mi,vaftizci yahya’yla,isa baş başa verip ne konuştular?Ne kadar çabuk geçiyor zaman ve ne kadar zor.
İneceği durağa gelmişti.kapıya yanaşıp düğmeye bastı.Sıkı bir frenle durdu otobüs.kapılar paldır küldür açıldı.Dünyaya yeniden gelmiş gibi,kalabalıkların içinden geçti.İnsanların,vitrinlerin,arabaların,seyyar satıcıların,zabıtaların, olur olmazların ve daha sayılmayı bekleyen bir yığının içinden geçip yürüdü.Şadırvanı ve çiçekçileri gördü.sonra çay bahçesinin bir kısmını,taburelerde oturan çay içen insanları.Onların arasında boş bir masaya oturdu.Bir bekleyiş günü daha diye geçirdi içinden.
“Ben bu günün neresindeyim”

düş

Kim Özlerdi Avuç içlerinin Kokusunu/Can Yücel

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar
bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı
belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece
sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır
yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir
ayrılık gizlendiğine
belki de, kartvizitinde "onca ayrılığın birinci
dereceden failidir"
denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle
avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini
tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim
uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık
etmiş olmasalardı eğer!!

Alexis Zorba'dan

"Biz dev bir ağacın ufacık bir yaprağı üzerindeki küçük küçük kurtçuklarız zorba.Bu küçük yaprak bizim yer yuvarlağımızdır,ötekilerde gecenin içinde sallandıklarını gördüğün yıldızlardır.Biz küçücük yaprağımızın üzerinde sürünüyor ve onu hırsla araştırıyoruz,kokluyoruz.Bize güzel kokuyor ya da kötü kokuyor.Tadına bakıyoruz,yenilebilir buluyoruz.Vuruyoruz,sanki canlı birşeymiş gibi çığlıklar atıyor.En korkusuz olan insanlar yaprağın ucuna kadar varıyorlar,bu uçtan gözlerimizle kulaklarımız açık olduğu halde kaosa eğiliyoruz.Ürperiyoruz.Altımızda ki korkunç uçurumu görüyor,dev ağacın öteki yapraklarının çıkardığı gürültüyü uzaktan uzağa duyuyor,özsuyun köklerinden yükselip yüreğimizi kabarttığını kavrıyoruz.Böyle bir uçuruma eğilmiş bir halde de bütün bedenimiz ve bütün ruhumuzla korkunun içimizi kapladığını anlıyoruz.O andan sonra artık -şey- başlar..."
Durdum demek istiyordum ki:o andan sonra artık şiir başlar.Ama Zorba anlamayacaktı.Sustum.O hırsla sordu:"Ne başlar?"
"...büyük tehlike başlar Zorba,bazılarının başı dönüp sayıklar,bazıları korkup yüreklerini sağlamlaştıracak bir karşılık bulmak için çırpınır ve buna Tanrı derler;bazıları da yaprağın kenarında uçuruma sakin sakin korkusuzca şöyle der-hoşuma gidiyor."

Kazancakis"Zorba"

Ay Karanlık/Ahmet Arif

Maviye
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgarda asi,
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık...

İtten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel,
Ay karanlık...

Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık...

Aşk Bitti/Ahmet Telli

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da      
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi Bitti.

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da

Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi
ve çoktandır İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım

Aşk da bitti diyordu ya bir şair Aşk bitti işte tam da öyle

Dayanılır Izdırap/Lev

Hüzün dağıtır uykumu
Hüzün dağıtır geceyi,gündüzü
Hüzün ellerimdedir
Hüzün sözlerimde
Ve sen
Hüznün dağıtışları arasında
kırık bir parça aynadan yansıyan
gizemli bir yüz
Uzaklardan bakarsın
Hüzün hüzün bakarsın
Benim hüznüm ayrı der gibi bakarsın
Hiçbir ses çıkmaz ağzından
Gözlerinin ardında bir boşluk
Avucumun içi gibi bildiğim
İçim gibi bildiğim
Yıllardır tanıdığım yabancı gibi
Değemem sana...