“Adam gelir,bir ağacın altında tümseğe ya da taş parçasına çöker.Sazlara dalar kalırdı saatler boyu.Ne zaman güneş alçalır,tan kızıllığı oluşur.adam yüzüne yeni anlamlar takınırdı.Sanki sazlardan biri olamadığına pişman gibidir.”
Symirna’dan kalkıp gelmiş bir filozof olmalıydı.Canlılığın başlangıcını arıyordu.Günü gelince “her şeyin kökeni su ‘dur” diyecek gibiydi.
Ben bu adamı hiç görmedim.Ama böyle olduğuna eminim.O bir düşü yaşardı.Düşün en güzel anı,sazlıkta gün batımı kızıllığıydı.Kuşlar o kızıllıkta nice aşk oyunlarının içinden geçer,sazlığa konar,havalanır.Neden,nasıl nereye kadar yaşadıklarını düşünmeden,düşünmeye heves bile etmeden yaşar giderlerdi.
Mevsimlerden elbet bahardı.Ben o adamı hiç görmedim.Belki hala oradadır.Belki diyeceği sözü çoktan demiş,çekip gitmiştir.
Sahi hangi zamandayız.?Akha’lar,troya’ya girdi mi,vaftizci yahya’yla,isa baş başa verip ne konuştular?Ne kadar çabuk geçiyor zaman ve ne kadar zor.
İneceği durağa gelmişti.kapıya yanaşıp düğmeye bastı.Sıkı bir frenle durdu otobüs.kapılar paldır küldür açıldı.Dünyaya yeniden gelmiş gibi,kalabalıkların içinden geçti.İnsanların,vitrinlerin,arabaların,seyyar satıcıların,zabıtaların, olur olmazların ve daha sayılmayı bekleyen bir yığının içinden geçip yürüdü.Şadırvanı ve çiçekçileri gördü.sonra çay bahçesinin bir kısmını,taburelerde oturan çay içen insanları.Onların arasında boş bir masaya oturdu.Bir bekleyiş günü daha diye geçirdi içinden.
“Ben bu günün neresindeyim”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder